Yıllardır mahallede dikkat çekmeden ayakta duran boş konak, birdenbire mahallelinin ilgisini çekmeye başlıyor. Mahallenin gençlerinden birkaçı cesaretlerini toplayıp konağa girince öyle şeylere şahit oluyorlar ki, içlerinden biri iflah olmaz hale geliyor. Oğluna şifa arayan gencin annesi bir gün iyileştirici Faruk'a denk geliyor. Faruk çocuğu iyileştirmekle kalmıyor, konağa da giriyor. Ve orada Peri Palas'ın sahibi hayalet Mümtaz Bey ve eşi Perihan Hanım ile tanışıyor. Faruk, Mümtaz Bey'in kıyamete kadar 'acayiplere' açtığı, geceleri Peri Palas'a dönüşen harabe konakta kalmak isteyince kendisini cinler, karabasanlar, gulyabaniler, alkarısı, kana susamış obur paşa ve daha bir çok acayip ile karşı karşıya buluyor. Allah'ın ona doğuştan verdiği bir lütuf ile iki alem arasında köprü görevi gören Faruk, üstlendiği misyonla birçok tehlikeli olaylarla karşılaşıyor.
Oldum olası eski (özellikle ahşap) konaklara karşı bir merakım var. İlkokulda, Balya'da iken, bahçesi mis gibi kokan sümbüllerle bezeli bir terk edilmiş konakla başlamıştı bu merakım.Orada kimler yaşamış, neden terk etmişler, sonra niye kimse oturmamış... Bir sürü hikaye yazardım bu sorularıma cevap olarak kafamda. O gün bugündür her gittiğim yerdeki eski konakları kazırım hafızama. Yazar Ömer Faruk Yazıcı'yı okuduğum bu güzel kitabıyla tanıdım. Kalemini de, kullandığı sade ve akıcı dili de çok sevdim. Ayrıca Instagram profilindeki çizimlerden bazılarına kitaptaki karakterlerden aşina olmak çok hoş bir detay oldu benim için Velhasıl Peri Palas'ı çok sevdim. Acaba 'Devamı gelir mi?', 'Faruk'la yeni maceralar devam eder mi?', diye yeni beklentilere de girmedim değil