Nefret ettiğimiz bir piyasada, nefret ettiğimiz bir şehirde, sanki evrenin merkezindeymişiz
gibi davranan, gerçek hayatın başka bir yerde yaşandığı düşüncesini kafamızdan atabilmek için
içimizi pis uyuşturucularla dolduran, yaptığımız her şeyin bu paranoyayı ve gerçeği beslediğinin
farkında olsak bile buna bir şekilde dur diyebilmek için yeterince duyarlı olamayan, bıkkın ve de
bitkin götleriz biz. Çünkü, ne yazık ki, durmaya değebilecek kadar iyi ve ilginç hiçbir şey yok.
Şehre iniyorum ve güçlü, ısırgan, soğuk bir rüzgarın içinden geçerek ne sıkıcı zamanlarda yaşadığımızı düşünüyorum. Bizim trajedimiz de bu işte: Sick boy gibi yıkıcı sömürgenler ya da Carolyn gibi ruhsuz fırsatçılar dışında kimsenin içinde gerçek tutku yok. Geriye kalanlar onları çevreleyen pislik ve vasatlık tarafından mağlup edilmiş. Seksenlerin kelimesi "ben," doksanların ki "şey" ise, milenyumun kelimesi de "imsi." Herkesin muğlak ve sınırlı olması gerekiyor. Eskiden madde önemliydi, sonra tarz her şey oldu. Şimdi ise "miş" gibi yapılıyor. Onların gerçek olduklarını sanmıştım oysa, Simon ve diğerlerinin.
Evet, bazı piliçler vardır ki etraflarına yaydıkları arıza kokusunu alabilirsiniz; o koku kötü bir baba ya da üvey babanın bıraktığı tedavi edilemez bir ruhsal yaradan kaynaklanır genelde; bir süreliğine sosyal bir egzama gibi uykuya yatsa da her an patlamaya hazır bekler. Orada, gözlerinde görürsünüz, o bozulmuş, yaralı ifadeyi, kötücül bir güce yıkıcı bir aşkla bağlanma ihtiyacını gözler önüne serer; o güç onları tüketene kadar da bağlanmaya devam ederler. Bunun gibi piliçlerin bütün hayatları kullanılma ve sömürülme üzerine kuruludur ve sakın yanlış anlamayın ama yağmacıları onları ne kadar amansızca bir takip içinde aramaya programlıysa, onlar da kaçmak için değil, bir sonraki kullanıcılarını avlamak için bir o kadar programlanmışlardır.