Neden bazı insanların her şeyi vardı. Meslek, para, aşk, çocuklar... Ve neden bazılarının hiçbir şeyi yoktu? O, bunlardan hiçbirinin yanına bile yaklaşamamıştı.
Akıntıya kapılıp gitmişti. İyice afallamıştı.Pasifti.Zayıftı. Eski benliği güçsüz ve dayanıksızdı. Eski dünyası belirsizdi. Kendisinden hep şüphe etmiş, kritik anlarda hep tereddüte düşmüştü. Hep karamsardı ve morali her zaman bozuktu. Artık anlıyordu.
Eğer önündeki birkaç dakikayı atlatabilirse yaşamının her anı bir kutlama gibi olabilirdi Söylenen her sözün bir anlamı olur, yediği her yemek ve içtiği her şey onun için armağan olurdu. Kurtulması demek , bu hayatı yaşaması demekti.
Kendisiyle birlikte diğer üç kişiyi düşünmeden duramiyordu. Çünkü bu yolculuk tam anlamıyla bir hayal kırıklığı olmuştu. Bunun nedeni hava koşulları değildi. Her
gün yağmur yağacağını bilseydi, yine çıkıp gelirdi. Onlarla tekrar
birlikte takılacaklarını düşünmekten o kadar heyecan duymuştu ki, bu fikir ilk ortaya atıldıktan sonra Hutch'in düğününün ardından geçen altı ay boyunca o günü iple çekmişti. Fakat yolculuk tam bir rezalet olmuştu, çünkü onları aslında ne kadar az tanidiğının farkına varmıştı. Bu yüzden onlari gerçek anlamda hiç tanıyıp tanımadığını
düşünüyordu. On beş yıl uzun bir süreydi, ama içinden gelen bir
dürtüyle, onların hâlà en yakın arkadaşları olduğu fikrine sarılmıştı. Fakat şimdi burada tam anlamıyla kendi başınaydı. Artık aralarında ortak hiçbir şey kalmamıştı.
Leş gibi kokan yatağın içinde, belki bazı insanların kısa süreler için felaketlerden ve acılardan muaf olduklarını düşündü, fakat bu süreler kısaydı. Dünyanın genel düzeni ve sonsuzluğun uzunluğu içinde sürelerin hiç anlamı yoktu. Çaresizlik ve acının, keder ve dehşetin insafsız akışı içindeki kural tanımazlık, sonunda önündeki herkesi mutlaka silip süpürüyordu.
Hutch'ın karnında hissettiği ve ona
çocukluğunu hatırlatan bir korku, büyük bir hata yaptığının ve üç
arkadaşının hayatını tehlikeye attığının farkındalığı içinde ürpertici bir paniğe dönüştü.
Fakat bunun ardından duydukları bir dizi sesin kaynağı bir ağaç değildi. Daha önce burada veya başka bir ormanda duymuş oldukları bir sese benzetilerek geçiştirilecek bir şeye de benzemiyordu. Bir büyükbaş hayvan böğürmesi ile bir çakal ulumasının karışımı gibiydi. Fakat o kadar derin ve güçlüydü ki anımsattiğı bu her iki hayvanınkinden çok daha geniş bir göğüs kafesi ve çok daha büyük bir ağzı olması gerektiğini akla getiriyordu. Canavarca. Kudurmuş gibi. Sakınılmasi gereken bir ses. Sonra tekrarladı. Rüzgâr yönünde, oldukları yerin yirmi metre kadar ötesinde. Ama öncesinde ya da sonrasında herhangi bir hareket belirten hiçbir ses olmamişti.
Phil, yukarı çıkarken ilk basamakta durdu ve kararmış haçlardan birine dokundu. Kendi kendine konuşur gibi, "Kendini güvende hissetmeni sağlarlar diye düşünürsün, ama sağlamazlar," dedi.
Gençken bir araya gelmişlerdi. Üniversitedeki bütün diğer öğrenciler gibi, aralarında sıkı bir ilişkinin kurulmasını sağlayan o garip çekimle, o süre içinde ve bir daha hiç olmayacak şekilde birbirlerine yakınlaşmışlardı. Birlikte müzik dinliyorlar ve günlerce hiç ara vermeden sohbet ediyorlardı. Sabahları kalkınca birbirlerini görüyorlardı. Birbirlerinin fiziksel alanlarini ve düşüncelerini işgal ediyor, her biri diğerleri tarafından onaylanmak istiyor ve hepsi birbirini gülümsetmeye çalışıyordu. Hayat ve kadınlar, işler ve ihtiyaçlar onları birbirinden ayırıncaya kadar bir arada iyiydiler.