İçeride savunma durumuna geçerek bütün hazırlıklarımı yaptım. Yeni duvarımın üzerine dizdiğim bütün toplarımı (öyle di yorum ya bunlara), yani piyade tüfeklerimi ve tabancalarımı doldurdum. Kendimi Tanrı'ya emanet etmeyi ve O'na, beni bu vahşilerin elinden kurtarması için yürekten dua etmeyi unutma- dan, son soluğuma dek kendimi savunmaya karar verdim. Bu şekilde, aşağı yukarı iki saat durdum. Ama dışarı gönderecek casuslarım olmadığından, orada neler olup bittiğini öğrenmek için de sabırsızlanmaya başladım.
Macera tarzında olan kitabımızın konusu yazım dili kadar kendisi de ilgi çekici. Hayır, yazım dili sade ve anlaşılır. Ama ilgi çekici bir özelliği var. Aynı kitabın konusu gibi. İşte önemli olan bu dili sade ve anlaşılırken o merak duygusunun uyandırabilmek. Herkesin okuması gereken bir kitap olup türlü türlü uyarlanan filmlerini de izlenmesi gereken bir kitap. Ama eminim kitabı okurken ki yarattığı hayal dünyasının kapılarını filmlerinden daha da geniş.
...insanlar kendilerini daha iyi durumdakilerle karşılaştırarak sızlanıp yakınacaklarına, daha kötü durumda olanlara bakarak şükretselerdi, yaşamda pek az üzüntü kalırdı.
Biz böyleyiz işte! Tamamen farklı bir durumla karşılaşıncaya kadar, içinizde bulunduğumuz durumun gerçek değerini asla göremeyiz, elimizdekinin değerini ancak bunları yitirince anlarız.
30 Eylül 1659- Ben, zavallı Robinson Crusoe. Açık denizde, korkunç bir fırtına sırasında kazaya uğrarak Umutsuzluk Adası dediğim bu kasvetli, uğursuz adaya çıktım. Gemideki arkadaşlarımın hepsi öldü. Bende neredeyse ölüyordum...
Tanrı neden kendi yarattığı insanları bu derece hırpalıyor ve onları bu kadar sefil, kimseden yardım alamayacak kadar yalnız, umutsuz bir duruma sokuyor diye soruyor; insanın, böyle bir yaşam için şükretmesinin mantıklı olmayacağını düşünüyordum.
Boynuna ip geçirilip birazdan darağacında sallandırılacak bir suçluya, suçunun bağışladığı haberi verileceği anda, şaşkınlıktan yüreği durup ölmesin diye, kendinden kan alacak bir cerrahı da bu haberle birlikte getirmelerine hiç şaşırmıyorum.