adam kamptaki iki bin kişinin pisliğinin biriktiği açık çukurların uzağında,yeni bir ufuk görebilmemiz için gökyüzünü kaldırmayı beceriyordu.onun yüzü olmasaydı sivrisineklerden,solucanlardan,mide bulandırıcı kokulardan yoksun bir ufuk hayal edemezdik.onun yüzü olmasaydı her öğleden sonra yiyeceklerin dağıtıldığı saatte yere fırlatılan bayat balıkları bir gün gelip de yemeyeceğimizi hayal edemezdik.onun yüzü olmasaydı hayallerimize ulaşmak için ellerimizi onlara uzatma isteğimizi kesinlikle kaybederdik.
" Amerikalı köleler pamuk tarlalarında acılarını şarkılara dökmeyi biliyorlardı. Bu kadınlar ise kederlerinin kalplerinin odacıklarında büyümesine izin veriyorlardı. Duydukları acılarla o kadar ağırlaşıyorlardı ki ayakta duramıyor, kavisli belkemiklerini doğrultamıyor, kederlerinin yükü altında iki büklüm oluyorlardı. Erkekler ormandan çıkıp pirinç tarlalarının etrafını saran toprak bentlerin üzerinde yeniden yürümeye başladıklarında, kadınlar Vietnam'ın işitilmeyen hikayesinin ağırlığını sırtlarında taşımaya devam ettiler. Ve bu ağırlığın altında sessizce ölüp gittiler... "