1934 doğumlu Furuğ Ferruhzad, İran şiiri denilince akla gelen ilk isim.
Hayatının ve şiirinin her aşamasında birbirinden farklı, birbirinden cesur hamlelerindendir belki de bu kadar tanınması. Ve yine bu hamlelerdendir yaşadığı dönemde Tahran’da dışlanması, dedikodu konusu olması…
Bu dışlanmalar sonucunda, İran şiirinde ‘milat’ sayılan şiirleriyle ilgili şunları yazar bir mektubunda: “Beni yoran perişan eden, yaşam baskısına, çevre baskısına ve ellerimi ayaklarımı bağlayan zincirlerin baskısına tüm gücümle direnmeye çabalıyordum. Ben bir kadın yani insan olmak istiyordum. Benim de nefes almaya, haykırmaya hakkım olduğunu söylemek istiyordum.”
Haykırıyordu evet! Umudu, İran kadının özgürleşme çabasını, acılarını… Makbule Aras Eivazi şu satırlarla anlatıyor Furuğ’un haykırışlarını: “Furuğ hayatı boyunca sorgular ve şiirlerinde de bu sorgulayan âsi sesi duyulur hep. Birey olmayı engelleyen her türlü yasağın, dayatmanın, kuralın karşısındadır. Peşine düştüğü özgürlük, sadece kendi özgürlüğü değildir; kadının, İran kadınının özgürleşmesi için çalışır.”
Trajik bir trafik kazası sonucu, henüz 32 yaşındayken hayata gözlerini yumar Furuğ. Ve Furuğ için yazılan ağıtların birinde şu dizeler yer alır:
“şiir, ay ışığıyla aydınlanan pencerede
ağlamaya başladı ve garip, mahzun oturdu.”
Furuğ’u anlamak adına, kadınları, İran kadınlarını anlamak adına, acılarına, direnişlerine ortak olmak adına;
Buyurunuz!