Rüzgarlı Camlar
Hüzünlü hikayeler bunlar. İnsanın içinde barındırdığı ve kimseye belli etmeden dönüp baktığı görünmeyen portreleri. Yaşadığı çevreye kendini ait hissetmediği vakit, ait olmak istediği yeri kendi içinde kuran ve kendilerine el değinceye kadar orada yaşayan karakterler. Bir an yorulup, anlatmak istenilen, kimseye değil herkese anlatır gibi anlatılan ama kimsesizce, aslında kendine anlatılan hikayeler. Evrilen hikayeleri seviyorum. Başı ve sonu yoktur bunların, yeri ve zamanı da.Hep aynı düzlemde ilerlemiyor, karakterin zaman ve mekanı büktüğü, özünde aynı ama kavrayışında değişiklikler yaşadığı, hayale ve gerçeğe aynı anda uygun bir yapı sergiliyorlar.
Serkan Türk hikayelerinin en sevdiğim yönü sade bir anlatımının olması ve o sadeliğin içinde istediği duyguları aktarabilmesi. Cümleler, duyguları içinde barındırsın diye düşünülerek oluşturulmuş, şiirsel bir ifade denemese de bazı cümleleri okurken bir şiirden alınmış ve tam yerine konmuş bir mısra hissiyatını uyandırdı bende. Bu kitapta anlatım olarak bazen tekil-çoğul şahısların bir hikayede çok fazla değişkenlik göstermesi sadeliğe etki etse de benim için sorun oluşturmadı.
Okur olarak bazı yazar, eser ve karakterlerden etkileniyorum. Bu kitapta yazarın da bazı yazar ve eserlerden etkilenerek yazdığı kanaati oluştu bende. Özellikle köstebek isimli hikaye Gregor Samsa’dan izler taşıyor gibiydi.