Bugünün dünyasında giderek egemen hale gelen yeni kültürün veya “küresel episteme”nin anlaşılır sebeplerle dini çoğulculuk üzerinde yoğunlaştığını görmek şaşırtıcı değil. Küresel episteme nin tek bir yol, tek bir norm veya tek bir hakikat olduğu hususunda ısrar etmeyi “putperestlik” tek bir doğru din olduğu fikrine inanmayı totaliterlik ve
Dünya katmanında erkek ve ay müzekkerdir, yani aydınlatılandırlar: oysa kadın güneş gibi müennestir. Evde kadın hâkimiyet sahibi olarak bu rolüyle bulunur. Bu hakkı ona sağlayan mahremiyetin uzamıdır. Bundan olacak ki, aslında kadın tesettürle kendini dünyaya kapatmaz, tersine bunu yaparken ayın kendini dünyaya açtığı gibi o da mahrem olana kendini açar.
"Müslümanların modernite ile karşılaşması hakikat telakilerini kırılgan hale getirmiş, pozitivist telakki ile kırletmiştir."
Abdurrahman ARSLAN / Sabra Davet Eden Hakikat, s.25 / Pınar Yayınları
"İslâmî düşünce geçmiş bütün tecrübesini; kendini inşa tarzını, muhalifini değerlendirme biçimini, kendisi için seçtiği hedefleri, nasıl bir ütopyanın sahibi olduğunu yeniden tahlil etmek mecburiyetindedir. Yüzleşme içeren bu çaba aynı zamanda onun geçmişte sahiden kendine has olduğunu zannettiği ütopyasının aslında karşı çıktığı "ötekinin" kopyası olduğunu anlamasına ışık tutacaktır.
Modern dünya karşısında Müslümanların sorunlarını çözmek üzere İslam'ı bu şekilde anlama düşünme tarzının Müslümanları zihnen ve sosyal konumu itibariyle getirdiği yerle onların ait oldukları köken arasındaki benzerlik ve farklıLIKlarını anlayabilmek için bu kaçınılmaz görünüyor."
Abdurrahman ARSLAN /Sabra Davet Eden Hakikat s.19 / Pınar Yayınları
Batı dünyası hakim sistemin yerine yeryüzü "ahalisini" farklı değerler ekseninde yeniden örgütleyerek kontrolü daha kolay, kendine göre istikrarlı ve merkezinde kendinin olduğu yeni bir dünya sistemi kurdu.
İlk dönem Hristiyan mü'minlerinin Roma imparatorluk dünyası ile karşı karşıya gelmeleriyle, Müslümanların modern dünya ile karşılaşması arasında kişisel bir kanaat olarak benzerlik olduğuna inanıyorum.
Geçmiş dönemlerde üretim toprakla ev arasındaki ilişki olarak kurulmuştu; endüstriyel dönem bu ilişkiyi topraktan fabrikaya taşıdı; günümüzde ise artık bu laboratuvara taşınıyor; mevcut ilişki de labaratuvardan toprağa doğru uzanan bir yön izliyor. İnsan, kadim bir gerçek olarak tabiata bağımlı halde bulunurken bu yeni üretim biçiminde tabiat, dolayısıyla insan da laboratuvara bağımlı hale geliyor.
20. asırda meydana gelen iki önemli devrim sayabiliriz.. Bunlardan biri atomun parçalanmasıyla fiziksel, diğeri de gen mühendisliğiyle ortaya çıkan biyolojik devrimdir.
Kendine ait kabuller taşıyan bu dünya sistemi iki şeyi pozitivist hakikat anlayışı ve onun sosyal/siyasal açılımı olarak ulusdevlet düzenini bütün insanlığa kabul ettirdi.