Yazarın kaleminin ve öykülerinin neyi ifade ettiğini biliyoruz, ancak bunlardan alacağımız lezzet elbette değişken. Ben bir erkek olarak en çok idealize edildiğimiz "Kulübecik" öyküsünü beğendim - bunda elbette mekanın pastoral seçiminin etkisi yoğun. "Keşke Erkek Olsaydım"da ise, erkeklerin dünyasında, beyninde, kadınların ve tercihlerinin nasıl yorumlandığına, eleştirildiğine dair güzel tespitler var ve bunlar öfkeyle savrulmuş fikirler olmaktan ziyade karşıdakini düşünmeye sevkedecek, doğru analizler. Diğer hikayeleri bu ikisi kadar etkili bulamadım, ancak benim gibi kaliteli öyküler biriktirmek yerine temaya önem veriyorsanız, kitabı kütüphanenizde tutmak için daha çok sebep bulabilirsiniz.
Unutkan edit: Kitaba adını veren öykünün sinemasal uzantısı; Cassavetes'in "A Woman Under the Influence (1974)" filmi nazarımda -ki onu da overrated bulurum. Meraklısına önermiş olayım.