Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi

Sinisa Malesevic

Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi Posts

You can find Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi books, Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi quotes and quotes, Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi authors, Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi reviews and reviews on 1000Kitap.
Aydınlanmanın temel amacı daha iyi, daha rasyonel ve daha adil bir toplum yaratmak olduğu için bu projeye karşı çıkan herkes yalnızca irrasyonel, kasten adaletsiz ve sonuç olarak kötü olarak algılanabilirdi ve kötüyle diyalog veya uzlaşma asla mümkün olmayacağı için kötülük yok edilmeliydi. Bauman'ın (1987, 1991) söylediği gibi bu, düzenli bir bütün yaratma arayışındaki bir mühendislik tutkusuydu. Kilit düşünce ideal bir toplumsal düzenin bir şablonunu çıkarmak ve ardından bu mükemmel tasarımı insan kaybına bakmadan uygulamaya sokmaktı. Devrimciler bir kez bulunduğunda herkes için mutluluğa giden yolu garanti altına alacak evrensel, tek bir gerçeğin var olduğuna inançla güdülenmiştir. Onların bakış açısına göre Aydınlanma entelektüelleri sonuçta bilgiyi hurafeden, ahlaki ilkeleri ahlaki olmayanlardan veya güzeli kiçten ayırt edebilecekleri bilişsel, etik ve estetik güçlere sahiptiler ve kendilerini bu temel kesinliklerin nihai bekçileri olarak gördüler. Rasyonel olarak düşünülmüş bu mükemmeİi toplumsal düzenin tam anlamıyla uygulanmasına engel olan herkes ortadan kaldırılmak zorundaydı. Bu anlamda Aydınlanmanın bekçileri yeni bir toplumsal düzenin kusursuz imajına zarar verebilecek bütün “kötü tohumların” kökünü kazıtmaya odaklanmış özenli bahçıvanlar gibi davrandılar (Gellner 1983; Bauman 1989). Modernitenin hiçbir çift anlamlılığı olmadığı gibi ilerlemeci cumhuriyet de Vendee'deki monarşist ve dindar köylülerin varlığını tolere edemedi.
Öteki insanları öldürmek toplumsal düzenlerin büyük çoğunluğundaki ahlak evrenlerinin dokusuna tamamen zıt olduğu için etkin ve inanılabilir toplumsal meşrulaştırma mekanizmalarını gerektirir. Önceki bölümlerde ifade edildiği gibi pre-modern dünya bu meşrulaştırıcı mekanizmaları dini öğretilerde, mitolojide veya emperyal ideallerdeki proto-ideolojilerde bulmuşken modernite daha güçlü toplumsal doğrulama aygıtları, seküler ve sekülerleştirici ideolojileri doğurmuştur. Giriş bölümünde açıklandığı gibi ideoloji burada geniş anlamıyla, bireysel ve kolektif faillerin üzerinden kendilerine ait inançları, değerleri, fikirleri ve eylemleri dile getirdikleri evrensel bir toplumsal süreç olarak anlaşılmaktadır. İdeolojik iletilerin içerikleri kolektif otoritenin tam olasılıklarını hatırlatarak çoğunlukla insan deneyimini aştığı için sınanmaları imkânsız değilse de çok zordur. İdeolojiler üstün ahlaki normları, grup çıkarları ve arzularına veya ileri düzeyde bilgi iddialarını etkili bir şekilde kullandıkları için toplumsal eylemin güçlü tetikleyicisi ve meşrulaştırıcısı olarak hareket ederler.
Reklam
Modern ulus-devlet şiddeti silmez yalnızca haricileştirerek dönüşümünü destekler. Baskıyı bürokratikleştirmek de daha rasyonel ve daha az duygusal hale gelmesi anlamına gelir. Collins (1974) modern çağdaki çoğu kolektif şiddetin bir çeşit hissizlik, tutkusuz bir zalimlik olduğunu söyler. İşkence ve mutilasyonun toplumsal hiyerarşi içinde bireyin ve grubun bir pozisyon edinip ve onu pekiştirmesi, birinin egemenliğini ve toplumsal statüsünün işaretini direnen öteki üstüne damgalamak için kullanılan ve bu sırada taraflar arasında kaçınılmaz olarak duygusal bir bağlılık ve bir dereceye kadar empatinin de olduğu geleneksel dünyadakinin aksine modern şiddet daha kişiliksizleştirilmiştir. Bir birey belli bir amaca ulaşmada bir engel oluşturduğu için şiddete maruz kalır. Modern ordunun resmiyeti ve kişiliksizliği azami hissizliğe olanak sağlar; görev ve sorumlulukların düzenlenmiş yetkisi, bürokratik makinesinin hiyerarşik ve bölünmüş örgütsel yapısı ve kurbanlarına karşı kişisel tarafsızlık, duygusuz zalimlik için ideal bir ortam yaratır.
Modern bürokratik ulus-devlet bir askeri birlik olarak bazı bakış açılarından bu yoğun ve pahalı savaşma süreçlerinin kalıntılarında ortaya çıkmıştır. Tilly'nin (1985: 172) sözleriyle “savaş arayışındaki “iktidar sahipleri” savaş yapmak için kontrolleri altındaki toplulukları zor kullanarak kaynak çıkarmaya ve ödünç alarak ve satın alarak yardım edebilecek kişileri sermaye birikiminin tesisine dâhil ettiler. Savaşmak, madencilik ve sermaye birikimi birbiriyle etkileşim içinde Avrupalı devlet oluşumunu şekillendirmiştir.” Askeri aygıtın genişleyen boyutları aynı zamanda devletin bürokratik makinesinin boyutu ve kapsamının da devamlı artışı anlamına geliyordu: Prusya vakasının çok net bir şekilde gösterdiği gibi askeri harcamalar ne kadar artarsa “örgütsel bakiye” de o kadar büyüyordu. Devletler bu süreçte kurumsal, örgütsel ve altyapı olarak büyüdüğü ve askeri kudret edindiği için kendi sınırları içinde şiddet kullanımını tekeline alabiliyordu.
Fransız ve Amerikan Devrimlerinin özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve mutluluk arayışı gibi temel fikirleri bugün o kadar bariz ve tartışmasız görünüyor ki neredeyse evrensel olarak kabul edilmelerini mantıksal ve ahlaki cazibelerinden daha çok Fransız ve Amerikan ordularının süngü ve toplarına borçlu oldukları genelde unutuluyor. Aydınlanmanın bu değerleri aslen şiddet içeren devrimci kalkışmalarla ve dolayısıyla anında tutarsız kılınarak kurumsallaşmakla kalmamış bu devrimler dünyanın kalanına bu fikirleri savaşmayla empoze etme görevini de kendi üstlerine aldıkları için daha vahşi sonuçlara neden olmuştur. Yeni Fransız Cumhuriyeti Vendee ve Brittany'deki yerel karşı devrimci hareketlerin acımasızca bastırılması dâhil olmak üzere 1792den bu yana yirmi yıl neredeyse aralıksız bir şekilde devam eden savaşmaya girişirken yeni Amerikan Cumhuriyeti Kuzey Amerika'nın topraklarını fethederken en çok baskı ve savaştan yararlanmıştır.
Festinger'ın (1957) bilişsel uyumsuzluğundan farklı olarak bu, şu soruya bir cevap gerektiren gerçek ontolojik bir uyumsuzluktur: İnsanların öldürülmesinden nefret ederken aynı zamanda muazzam ölçekte yaşanan ölümleri hoş görüp üstüne de örtük bir şekilde savunmak nasıl mümkün olabiliyor? Bunun (yalnızca) ahlaki değil, öncelikli olarak sosyolojik bir cevap isteyen sosyolojik bir soru olduğunu vurgulamak önemli. Bu bulmacanın basit tek bir cevabı olmamasına rağmen cevabın çoğu moderniteyle ortaya çıkan örgütsel ve ideolojik güçler arasındaki özel yapısal etkileşimde bulunabilir. Durmadan artan şiddetin toplumsal örgütlenmesi ve modern ideolojilerin tomurcuklanması bu ontolojik çelişkinin omurgasıdır.
Reklam
45 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.