Arapça, milyonlarca Müslüman'ın
ibadet, hukuk, yazı ve yazın dili olmuş; bu dilin artan stratejik ve ekonomik önemi, hem Sovyet hem de Batı blokunda tarihsel ve kültürel öneminin fark edilmesini sağlamıştır.
Milyonlarca kişiyi kendi toplama kamplarında öldüren Stalin'in, Hitler'in sağ kurtulan kurbanlarının durumlarını düzeltmek için tutkuyla seferber olması inanılmazdı. Filistin'e Yahudi göçünü ve
bir Yahudi devleti için mücadeleyi, o zamanlar Ortadoğu'da hala birincil rakip olan Britanya'nın gücünü zayıflatmak, nihayetinde de ortadan kaldırmak için yararlı bir yol olarak görmesi daha makul
bir açıklamadır.
İran, Orta Asya ve sonra da Türkiye gibi ülkeler lslamlaştı, fakat Araplaşmadı; yani İslamiyeti benimsediler fakat kendi dillerini korudular. Bu ülkelerde Arapça, Kur'an ve Şeriat'ın dili olarak
hala önemli bir etkiye sahiptir.
Uzun bir süre Nazi hükümeti, Arap dünyasına ve bu dünyanın işlerine şaşırtıcı bir ilgisizlik sergiledi. Çeşitli nedenleri vardı bunun. Birincisi -fakat öneminin abartılmaması gerekir- ideolojikti. Alman sınıflandırmasında Araplar Sami kökenliydi ve bundan ötürü Nazi ideolojisinin Yahudilere atfettiği aşağı özellikleri paylaşıyorlardı.
Mayıs 1948'de İngiliz Mandası'nın sona ermesinden sonra, Batı dünyasının diğer kesimlerinde olduğu gibi İngiltere'de de Yahudi karşıtı duyguların toplumsal ve siyasi olarak kabulü sona erdi. Artık diğer aşırı uca doğru bir geçiş söz konusuydu; merhamet ya da anti-Semitizmle suçlanma korkusuyla Yahudi eylemlerini makul bir biçimde eleştirenlerin bile sesi kısıldı.