Ağır yeryüzünü
ağır küreklerle
arabalara yüklediler.
Doldu arabalar,
ağırdılar.
Adamlar atlara
bağırdılar.
Kırbaçları şaklattılar
adamlar.
Ağır yeryüzünü
ağır arabalarla
ağır ağır çekti atlar.
Bölünmüştüm ikiye. İki elimle tutup bitiştirdim iki ucu. Bir şeyler çoğaldı çepeçevre. Pek yakında, etrafımda. Görülecek birşey yoktu ama.
Düşündüm, hiçbirşey yoktu ortada. Yine de ilerleyemedim. Peynir fanusundaki bir sinek gibiydim.
Bir başka deyişle, hem görünmez, hem üstesinden gelinemez. Boşluk hatta. Tek bir ağaç duruyor karşımda, daha doğrusu bir ağaççık. Yaprakları yeşil, bakır pası gibi. Demir gibi yoğun ve o denli sert. Kankırmızı elmalar sarkıyor dallardan.
Hepsi o kadar.
"Ve bu beyaz sıçrayışın içinde beyaz bir sıçrayış. Her beyaz sıçrayışın içinde bir beyaz sıçrayış.
Ve ne fena, senin bulanıklığı göremiyor olman: oysa bulanıklığın orta yerinde, neyse aradığın."