Yakın zamanda Sartre’ın Bulantı’sını okumuştum. Bilmem o incelemede bahsettim mi, Sartre, yaşamın içinde ve yaşamdan beslenerek felsefesini geliştirmiştir. Bulantı yapıtının mahiyeti de esasında Sartre’ın metafizik düşüncelerinin yaşam içinden bir betimlemesi olmasıdır. Roquentin’in kendini çakıl taşıyla kıyasladığı ve kıyas yaparken fark ettiği
"Bir sevdiğimizi ölüm alıp götürdü mü, avunmak için tek çaremiz onu içimizde yaşatmaktır. Ama ne demek yaşatmak ve nasıl yaşatılır bir ölü? Onu durmadan düşünmek, anmak, gözümüzün önünde canlandırmakla mı? Değil. Bizi karanlık bir çıkmaza götürür bu yol. Sevdiğimiz insan bizden ayrılırken içimize taptaze bir kaynak koyar da öyle gider.
"Hasan Ali Yücel biraz önce Tevfik Sağlam Paşanın evinde can vermiş... Haber söylendi, yayıldı durdu. Acı değil, sızı değil, başka bir şey duydum, durdu bir şey, durdu içimde."
"Bir toplumun bu denli yüksek bir umut düzeyinden bu denli aşağılık bir keşmekeşin içine düştüğünü gören, duyan varsa bildirsin, bir avuntu olur hiç olmasa."
"İnsanın ormandaki ağaç gibi olduğunu, hınç ve öfke baltalarının canlılığı hiçbir zaman öldüremeyeceğini, her şeyi unutup beden ve ruh sağlığını yeniden kurması gerektiğini söyledim."