Dramın olmadığı yerde ben bir tane yaratırım. Kaosun olduğu yerde kendimi daha rahat hissederim. Gerginlik beni besler.
Kaygılanmam, çılgınlaşırım.
Mutlu olmam, coşarım.
Mutsuz olmam, berbat hissederim.
Ayrıca acı çekmek sanatında ustalaştım.
Bizim aşkımız yemekti; yemek yemek bizim sevilme tarzımızdı. Ailemizin olmadığı yerde yemek vardı. Babalarımız kalkıp giderken yemek yanımızda kalıyordu. Yemek bizi İncitmıyordu. Yemek hayır demiyordu. Yemek dayak atmıyordu. Yemek sarhoş olmuyordu. Yemek her zaman yanımızdaydı; tadı güzeldi; üşüdüğümüzde sıcak; sıcaktan bunaldığımızda soğuktu. Yemeği sevgiye en yakın şey olarak bildik biz.
Fakat yemek yalnızca sevginin yerine koyduğumuz bir şey. Yemek sevgi değildir, hiçbir zaman da olmadı.
Çocukların onlara eziyet eden büyüklere sevgiyle tutunmaktan başka çareleri yoktur; çünkü o türden bir insanla kimsesizlik arasında tercih yapmak zorunda kalan çocuğun aslında tercih hakkı yoktur. Birisiyle hiç kimse arasındaki fark, ölümle yaşam arasındaki fark gibidir. Çocuklar hep vefakar, sabırlı, duyarlı, bağışlayıcı olmak ve korkunç suistimalleri itiraz etmeden sineye çekmek zorundadırlar. Çocuklar onlara eziyet eden ve onları yalnız bırakan insanları sevgi dolu insanlara dönüştürmek için karmaşık düşler kurmak zorundadırlar. Onlar hayal kurma yetenekleri - ve kurdukları düşlerin gerçek olduğu veya gün gelip gerçek olacağı inancı- sayesinde onca acıya katlanabilirler.
Bir çocuğun paramparça yaşamını bir yetişkin bedeninde tecrübe etmenin belirtilerinden biri de kendimden emin bir haldeyken, göz açıp kapayana kadar, kedere boğulmaktır.