Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim…
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor, bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil…
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim…
Sorun değil…
Elbet Alışırım…
Biraz alıştım.
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim,
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil!
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın
Aşk bir ameliyat gibidir. Aslında uyuşturulursun ama birileri içinde bir şeyler yapar. Keser, kanatır, dindirir ve diker. Aşk kanamadır. Aşk havalanmaktır kuşların bile varamadığı yere. Tanrı’nın da ötesine.
Tüketiyoruz işte her şeyi, aşk eriyip gidiyor sadece kendi hatalarımız yüzünden. Tıpkı şu bardaktaki buzlu su gibi! İlk geldiğinde o susuzluk duygusuyla o an sahip olduğumuz en güzel şey gibi geliyor. Birdenbire dikiyoruz kafamıza, az bir miktar bırakıyoruz bardakta bizi idare etsin, elimiz boş kalmasın, masada önümüzde bir şey bulunsun diye ama sonra o ilk susuzluğumuz geçtiğinde bardağı elimize daha seyrek almaya başlıyoruz. Buzlar eriyor, tadı kötüleşiyor, suyun tadına gitgide alışıyoruz. Bardak parmak izlerimizle doluyor. Her yeri ellenmiş oluyor. Pis ve eski görünüyor. İşte o an, başka siparişler vermeye başlıyoruz. Aşk gibi işte! Ne farkı var ki?