Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osmanlı Toplumunda Devlet-Tarikat İlişkilerinin Gelişim ve Değişim Süreçleri

Şeyhler ve Şahlar

Zekeriya Işık

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Tasavvuf meşrepleri gereği sürekli seyahat eden dervişler tek başlarına veya topluluklar halinde “mekansızlıktan gayrı mekan yoktur.”prensibiyle bellerine sardıkları keşkülleri ve ilginç kıyafetleriyle yeri aç, yarı tok bir şekilde ülkeler, şehirler, beldeler katetmişlerdir. 
Sayfa 103Kitabı okudu
Mistik güçlerle bezenmiş ihvan topluluğu üyelerinin nerede ve ne kadar olduklarının devlet tarafından hiç bilinemeyecek olmasının yarattığı kaygı, şüphe ve korkulardır. Yani müritlerin her yerde ama hiç bir yerde bulunmamaları meselesidir. Osmanlı devleti için devlet-tarikat ilişkileri aslında tasvirini yapmaya çalıştığımız bu gizemli şeffaf olmayan yapı ile hemen her şeyi ortada olan devletin eşitsizlik düzlemindeki ilişkisi şeklinde tezahür etmiştir. Devlet sayısını, gücünü, nüfuz alanını kestiremediği bu “Şeyh merkezli dini toplulukları“ göremediği ve bilemediği yönlerinden çok görünen ve malumat alınabilen yönleri üzerinden takip etmeye çalışmıştır. Bu takip yöntemlerinden en başlıcası bir şehir etrafında toplanan derviş, mürid ve sempatizan topluluğunun sayısal niteliğini izlemek olmuştur. Başka bir değişle “popülerleşme (bilinirlik ve kabul görme)-siyasileşme“ özdeşliği ile şeyhlerin etrafında toplanan kalabalıkla onun siyasi emelleri olduğu ya da olmadığı yolunda bir bağlantı ve özdeşlik kurulmuştur.
Sayfa 107Kitabı okudu
Reklam
Ancak devletle tarikatı aynı sosyolojik düzlemde birleştiren süreçlere rağmen, devleti tarikat karşısında çaresiz bırakan, korkutan ve kaygılandıran dolayısıyla bu özerk yapıların olası bir tehdit olarak algılanmasına sebep olan önemli hususlar vardır. Bunlardan birincisi, Şeyhin tartışmasız dini ve dünyevi bir lider olarak bütün saygınlıkları, hürmetleri ve coşkun bağlılık duygularını şahsında toplaması, başka bir değişle ihvan topluluğu için şeyhe biatin devlete/sultanı olandan çok daha öncelikli ve güçlü olmasıdır. İkincisi şeyhin dünyadan elini eteğini çekmiş mistik bir şahsiyet görüntüsü altında ne zaman alevleneceği hiç belli olmayan cezbeli bir takım ilahi yetilerle donatıldığına inanılması (Mehti, kutup vb.) Yani Şeyh’in şu an için iddiasız ama her an iddiada bulunabilecek bir potansiyele sahip olmasıdır. Mesela ilk başlarda amasya’nın Çat köyüne gelerek meczup bir çoban görünümünde olan baba İlyas burada kurduğu zaviyesi ile kısa sürede popüleritesi artarak büyük kitleleri etrafında toplayabilmiştir. Üçüncüsü, bir tarikat topluluğunun (ihvanın) diğer cemaat türlerinden çok daha güçlü bağlarla birbirlerini kenetlenmiş olmaları ve bu haliyle de Müslüman tebaanın oluşturduğu o büyük dini cemaatten (ümmetten) ayrılmış olmaları ki bu tebaa arasında siyasi ve politik bir bölünmüşlüğe zaman zaman zemin hazırlamıştır.
Sayfa 103Kitabı okudu
Bütün bu izahatlardan anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti’nin bu dönemde özellikle Safevi şeyhlerinin siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel doku uyuşmasını kullanarak ve propaganda ederek Anadolu’daki başta kızılbaş olmak üzere şifahi halk İslam’ı inançlarını taşıyan kesimler üzerinde bir değişim ve dönüşüm hedeflediği anlaşılmaktadır. Zira devlet, Bektaşi ve kızılbaş farklılıklarından ziyade ortak noktalarından hareket ederek bektaşilere Kızılbaşları dönüştürme görevi vermiştir. Zira burada Bektaşiliğin devletle hemhal olmuş, devlet kurumları ile içiçe geçmiş ve resmi İslam’ın ağları içinde akredite kabul edilmiş bir tarikat olarak görev aldığı anlaşılmaktadır .
Orta ve yeni Çağlar da ihtisas sahibi bürokrat azlığı, diğer taraftan ulaşım, iletişim, güvenlik vb. konularda problemler yaşayan devletin, tarikatlerin organize olmuş örgütlü yapılarına karşı kayıtsız kalması ve onları sisteme adapte ederek faydalanmaması düşünülemezdi.
Türkmenler için tarihsel ve sosyolojik zemini olduğu anlaşılan bir olguyu Şah İsmail’e de teşmil ederek onu da “Tanrı” kabul etmek hiç de zor olmadı. Zira tanrının hulul ettiği, ölümsüz bir liderin kesinlik arz eden zaferi için onunla saf tutmak onlara pek mantıklı gelmişti. Nitekim Şeyh/Şah İsmail, şiirlerinde Hazreti Ali’nin hatta Allah’ın kendisine hulul ettiğini ve beklenen Mehdi olduğunu tasavvufi yoğunlukta mistik bir tonlama ile nefesleri aracılığıyla taraftarlarına ilan etti. Bu ifadeleri Türkmen aşiretler nezdinde hemen karşılık buldu yazılı ve sözlü olarak başka şekillerde dillendirilmeye devam edildi.
Reklam
Şeyh/Şah İsmail mesajını Mehdici bir söylem içersinde muhatabı olan kitlelere çok başarılı bir biçimde ulaştırdı O: “Beklenen Mehdi’nin kendisi olduğunu onları Osmanlı’nın zulmünden kurtarmak üzere geldiğini iddia ediyordu. Hz Ali’nin “tanrı” olduğunu sonra sırayla diğer imamlara ve nihayet onlardan da kendi bedenine hulul ettiğini, dolayısıyla kendisinin ”Şah/Şeyh=Hz.Ali=Tanrı” olduğunu söylüyordu.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.