Yol en çok dertliye yakışır. Dert söyletir, dert dile düşürür, dert yolu sevgili kılar insana. Hele bir de tasavvuf erbabıysa... Yol gitmekle bitmez, zira dertlinin hedefi yoktur, meşakkati vardır. Yolu bitirmek için değil, sadece gitmek için seçer. Gitmek... Toplumdan, çevreden, içinden, içindekilerden...
Mevlânâ da Şems de ve diğer tasavvuf erbabı insanlar da aynı yolun yolcusu değil midir?
Diri diri derisi yüzülerek katledilen bir "insan". Dünya, insanlık, İslam toplumu cehaletten çektiği kadar hiçbir şeyden çekmedi. Cehalet, hırsı, hırs da cehaleti doğuruyor. İç içe bir hadise. Ve bu ikisi insanların, toplumların, kültürlerin katline sebep oluyor. Yazılacak çok şey var ancak aynı döngüde aynı duygular olacak.
Kitapla ilgili de şunları söyleyebilirim: Olayların arkasında anlatılan tarih çok güzel serpiştirilmiş. Osmanlı'nın fetret, Timur'un astığı astık, kestiği kestik dönemi. Yolculuklar çok güzel anlatılmış. Sadece duyguları yaşama noktasında eksik kaldım. Nesimi zindana atıldığında okur olarak ben de atılmalıydım ya da Nesimi'nin derisi yüzülürken o devasa acıyı hissetmeliydim. Düşüncem bu yönde.