"Neyim, kimim, nerdeyim?" üçgeninin tam ortasında bir an duralarsınız. İnsan, dünyâ, kâinât,... Doğum, ölüm, âhiret...
Sebep?
Artık "aramaya" başlamışsınızdır. Sebeplerin ılık cevâbı çevre ile bulunur. Kız olun, erkek olun, farketmez. Ar ile vicdan sizi çağırır.
Ve akranlar secdelerde buluşur...
Hayretin kapıları alabildiğine açıktır.
İnsan bu mu? Evet bu... Dünyâ bu mu? Evet bu... Kadın bu mu? Evet... Erkek bu mu? Evet... Hayat bu mu? Evet evet...
Rıkz bu, iş bu, helâl bu, haram bu... Hizmet bu...
Dünyâ sizi çağırır.
Ve akranlar düğünlerde buluşur...
Aynı aylarda ve yıllarda doğmuşsunuzdur.
Bitmeyen günler, batmayan güneşler ve toz-tomur ağaçlarla dolu pembesi bol dünyâda çocukluğunuzu yaşıyorsunuz. Bir küçük kasaba, bir ufak şehrin kenar mahallesi yâhut kırk hâneli bir köy, kâinâtınızdır.
Ağlamayı da, gülmeyi de en iyi becerebildiğiniz, farkında olmadan günübirlik lezzetlerle büyümenin eşiğine adım attığınız zaman, kendinizi sokaklarda bulursunuz.
Bahâne boldur. Çelik çomak inadında oyunlarınız, evcilik tadında tebessümleriniz, birdirbir büyüklüğünde hırslarınızla nice tatlı kavgalar ve nice yufka fedâkârlıklarla sokaklar sizi çağırır.
Ve akranlar sokaklarda buluşur.
Derken; gâh sağlam, gâh yarım pabuçlarla; gâh eksik ve yırtık kitaplarla sizi okumaya gönderirler. Yedi yaşına basmış minik hırslar, silgi-kalem derdinin dışında bir dünyânın yabancısıdır. Koşabildiğin kadar koş, sevinebildiğin kadar sevin, üzülebildiğin kadar üzül. Hiç kaybın olmayacaktır. Yorulmaların, üzülmelerin ve sevinmelerin lezzeti ömür boyu sürecektir.
Kitaplar sizi çağırır. Çâre yoktur...
Ve akranlar okullarda buluşur...