Geri dönünce bıraktığım yerde bulamazdım artık, ne kendimi ne insanlarımı. Zamanın eli değince dostluklara, sevdalara, görünmeyen ancak hissedilebilir izi kalır dokunduğu her yerde.
Çok uzaklarda kalan bir varoş evine hapsedilmiş çocukluğun. Yıllar geçtikçe içinde bir azalma , yarım kalmışlık. Söylenmemiş bir türkü ezikliğiyle çal o kapıyı... Anan açsın sevinçle... ' Islanmışsın oğlum ' desin. Sıcak çorbaya dalsın kaşıklar. Tarhana olsun , yanında kuru soğan , pul biber... Sönsün içinin yangını... Çiçek yağsın varoş ağaçlarına. Ağaçlardan beter, bahara yakışır cilveleriyle, ne de güzel çiçeklenir varoş kadınları... Erkeklerine inat , çiçeklenip dursunlar...
Garip yağmurlar yağıyor. Ya uzun uzun bekliyor bulutlar , ya da yağdıkça durmak bilmiyor. Günlerce ateşler içinde sayıklayarak sıcak bir tarhana çorbasının dumanına karışan o ıhlamur tadıyla uyanıyorum. Yağmur sesinde kulağım.
Her yerde arıyorum izini , içimde ve dışımda. Komşumuz Fahri Beyler taşındılar. Ev sahibimiz Gülizar Hanım öldü. Eskiciye satacak hiçbir avuntum kalmadı. Mualla yok. Mualla var.
Emeklilik ikramiyemi buraya yatırmakla ne Iyi etmişim, değil mi çocuklar? Eskiden beri hayalimdi bu. Bana inanmamıştınız ama sonunda Kırçiçeği, hepimizin evi oldu işte... dedi.