Giderek usta bir hikaye anlatıcısına dönüşen Çağlar Çabuk, en karmaşık mesleki konuları bile rahatça izlenir, kolayca anlaşılır bir dilde aktarmayı başarıyor. Onu okurken, sizinle bilgi paylaşıldığını hissetmiyorsunuz bile. Muzip bir fıkra, hoş bir şarkı dinler gibi, sayfaları bir solukta tüketiyorsunuz. Kitabın kapağını kapadığınızda ise, dudağınızda hafif bir tebessüm ama dimağınızda acı bir lezzet bırakıyor, güle oynaya deşilen toplumsal gerçekler.
Solu-Can'da bir adım ilerisi de var.
Konusu kapağında da yazılı: Toplumsal Cinsiyet.
Tabii, hepimiz biliyoruz, Erkek Millet'izdir vesselam.
Sayısı giderek artan kadın cinayetleri, gazetelerin, televizyonların, sosyal medyanın sınırlarını her gün biraz daha zorluyor.
İşlenen zincirleme suçları durdurmanın çaresi ise ne cezaların ağırlaştırılması, ne polisiye tedbirler.
Onlar da şart olabilir ama asıl çözüm çok daha derinlerde, toplumun cinsiyet kodlarında.
Çağlar Çabuk neşteri tam da oraya vurmuş.
Üstelik elinde keskin bir bıçak değil, yumuşacık bir canlı var: Solu-Can.
Neden solucan? Çünkü az sayıda iki cinsiyetli hayvandan en yakın tanıdığımız.
O ne erkek, ne dişi, o hem erkek, hem dişi.
Aynı vücudun birbirinden ayrılmaz iki parçası bu iki cinsiyet.
İnsan toplumunda da aynı değil mi?
Biri olmadan diğeri de olamayacağına göre, sürüp giden bu ayrım neden?
Erkeklik öldü mü?
Ölmedi, üstelik öldürmeye devam ediyor.
Bu seri cinayetlere son vermenin ilk adımı, kendi zihnimizin kodlarını tanımak, yeniden yargılamak ve değiştirmek.
Mümkün mü?
Bakalım Çağlar Çabuk ne diyor?
(Tanıtım Bülteninden)