“Peki kim savaştan korkuyor?
Bir başka deyişle, kim bombalardan
ve makineli tüfeklerden korkuyor?
“Sen!” diyorsunuz. Doğru, ben korkuyorum; onları görmüş olan herkes korkar.
Fakat asıl önemli olan savaş değil,
savaştan sonrası. İçine batacağımız dünya;
nefret dünyası, slogan dünyası.
Paramiliter üniformalar, dikenli teller,
kauçuk coplar. Ampullerin gece gündüz yandığı gizli hücreler, sizi uykunuzda
izleyen dedektifler.
Geçit törenleri, üstünde devasa yüzlerin olduğu posterler ve sağır olana,
ona sahiden taptıklarına inanana kadar Lider’e tezahürat yapan
milyonlarca kişilik kalabalık…”
Geçmiş tuhaf şey. Hep yanınızda taşıyorsunuz. Bana öyle geliyor ki on, yirmi yıl önce olmuş şeyleri düşünmeden geçirdiğiniz bir saat bile yoktur; ama yine de çoğu zaman geçmişin, bir tarih kitabındaki bir sürü bilgi gibi, öğrendiğiniz bir olgular kümesinden ibaret kalması dışında bir gerçekliği olmuyor. Derken rasgele bir görüntü, ses veya koku ama özellikle de koku sizi bir anda alıp götürüyor ve o zaman da geçmişi hatırlamakla kalmıyor, içine giriyorsunuz. O sırada bana da öyle olmuştu işte.
Ben çocukken her gölet ve derede balık olurdu.Şimdi göletlerin hepsi kurudu,dereler de kimyasallarla zehirlenmediyse bile paslı teneke kutuları ve motorsiklet lastikleriyle doldu.