Suskuları ve umursamazlıkları ile işkencelerin sürdürülmesine ve yayılmasına katkıda bulunan, dünyanın her yanındaki barışsever ve açık fikirli insanlar olmasaydı, bu kitap hiç yazılmayacaktı.
Asphalia'da olmak, lüks bir lokantanın akvaryumunda yüzüp duran, birbirine çarpan küçük balıklardan olmaya benzer. Her an elinde kağıt biri aşağıya inebilir, bizi dördüncü kata çağırabilirdi.
4 No'lu hücrede geçirdiğim ilk günler sırasında, beni hırsız sanmışlardı -“arkadaşça” davranan halk bekçilerinden biri onlara öyle demişti. Ama gençlerden biri dövüldüğümü görmüş ve “4 no'lu bizden, adi suçluları hiç böyle dövmezler” demiş.
Dayanılmaz bir acıydı. Sıçradım. Sonra iyi duymamaya başladım, gerçekten her şeyi güçlükle duyabiliyordum. Bu beni rahatsız etmedi; memnundum, çok memnun. Soru sormaya devam ediyorlardı. Sessiz bir filmdi. Biri kulağımda ıslık çalıyordu. “Atina, Göklerin Kızı.” Her şey tümüyle maskaralık. Kızgındılar, vurup duruyorlardı, ama onları tam duyamıyordum. Herhalde konuşamıyordum da. Makronisos'da birçok kimsenin işkenceden sonra konuşma yetisini yitirdiğimi işitmiştim. Böylesine talihli olabileceğime inanamıyordum. Düş kırıklığına uğrayacağım diye ağzımı açmak istemiyordum. Sonunda denedim. Konuşamadım. Doğru, artık korkacak bir şeyim yoktu.
Almaları gereken şeyler konusunda birtakım kuşkuları olduğu göze çarpıyordu. Spanos, her kalın kitaba el konması için genel bir emir verdi. Çünkü her kalın kitap Komünist kitaptı. Kocaman bir yemek kitabı kurtulamayanlar arasındaydı. Neyse; telefon rehberi kurtulabildi.
Saklayacak şeyim yoktu. Şöyle bir tavır takınmıştım, “bekle, gör telaşlanmak gereksiz”, “boşver, seninle fazla uğraşmazlar.” Ve böylece, çevre tiyatrosu üzerine yaptığım bütün çalışmalar yitip gitti. Kentin işçi kesimine taşıdığımız küçük tiyatro üzerine işçilerle yaptığımız yüzlerce tartışmanın bantlarına el koydular. Biriktirdiğim ve elde etmek için onca alın teri döktüğüm kitaplara, mektuplarıma, yarısı tamamlanmış tek perdelik oyunuma ve daktiloma el koydular. Thrace'da banda aldığım Pontus türküleri, Küçük Asya'dan göç edenlerin yaşam öyküleri, halk türküleri, klasik müzik koleksiyonu. Biriktirdiğim her şeyi aldılar.
Alaca karanlıkta pırıldayan gözyaşları demirli pencerenin camlarına yapıştı. Gardiyanlar her yanı sıkı sıkıya kapadıkları halde, tutuklulardan birinin ağzı kapanmadan önce, “Tahia El Cezayir. Yaşasın Cezayir,” diye haykırdığını işittik. Ve üç tutukludan ilki darağacına çekildiği anda kadınlar bölümünden, özgür Cezayir'in tek bir ses halinde ulusal marşı yükseldi:
Dövüşen koca erkeklerin
Yurdumuza bağımsızlık isteyen
Gür sesleri yükseliyor.
Yurdum, sevgili yurdum
Sana fedadır canım
Sana fedadır her şeyim.
Yazdıklarımı okuyan Fransızlara söyleyeceklerim işte bu kadar. Cezayirlilerin, kendilerinden pek çok şey öğrendikleri ve dostlukları gerçekten önemli olan Fransız halkıyla işkencecilerini, ayrı ayrı tanıdıklarını bilmenizi isterim. Fakat sizin adınıza yapılanları da bilmeniz gerek...
Kasım, 1957