Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sosyolog ve Tarihçi

Pierre Bourdieu

Sosyolog ve Tarihçi Gönderileri

Sosyolog ve Tarihçi kitaplarını, Sosyolog ve Tarihçi sözleri ve alıntılarını, Sosyolog ve Tarihçi yazarlarını, Sosyolog ve Tarihçi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bütünün bilgisine sahip olan sosyolog, özel şahıslara, onlar için neyin iyi olduğunu kendilerinden çok daha iyi söyleyebilir, yani yanılgı mahrumiyettir, yanılgı bozumdur. Yanılgı, olayı sadece ucundan görmektir.
Tarihin en büyük zaaflarından birinin, durmaksızın varlığını ispatlamak zorunda olan ve asla varlığının kabul edildiğini düşünemeyecek konumdaki sosyologun sürekli tabi tutulduğu bu sınanmaya maruz kalmaması olduğunu düşünüyorum. Tüm arkadaşlarım tarihçi olduğu için, burada tarihçileri yargıladığım düşünülemez. Çok somut bir örnek vereyim. Bir anket yapmak istediğimde, kendimi tarihçi olarak tanıtıyorum. Öğrencilere diyorum ki “zor bir durumla karşılaştığınızda, kendinizin bir tarihçi olduğunuzu söyleyin.” Bir tarihçinin varolduğu ispatlanmış bir sosyolog...
Reklam
Dünya beni kapsıyor ve bir nokta gibi beni yok ediyor; ben dünyanın bir şeyiyim. Bir beden olarak varım. Bir konumum var, tarihim var, belirliyim. Güçlere maruz kalıyorum, eğer camdan atlarsam yer çekimi yasasına tabi oluyorum vs. Ve dünyayı anlıyorum, yani onun hakkında temsillerim var ve bu dünyada işgal ettiğim konuma indirgenemem. Bu ne anlama geliyor? Eğer gerçekten tam anlamıyla farklı bir şey olan insanı nesne olarak ele alırsanız, nesnellikte bu çifte gerçekliğin de var olduğunu dikkate almanız gerekiyor anlamına geliyor. İnsan bir şey; yani onu düşünebiliriz, ölçebiliriz, sayabiliriz, özelliklerini sayabiliriz; yani kaç kitabı, kaç arabası vs olduğunu sayabiliriz. Ancak öte yandan, bu şeylerle kendini temsil etmesi de nesnelliğin bir parçası. Her birimizin bir bakış açısı var. Bu bakış açısı bir toplumsal uzam içinde yer alıyor ve bulunduğu toplumsal uzam noktasından toplumsal uzamı görüyor.
Her şeyden önce, sosyolojinin zor olduğu düşüncesi Durkheim’a ait; çünkü hepimiz sosyolog olduğumuzu sanıyoruz. Sosyolojinin zorluklarından biri, ama tarih için de aynı şey geçerli, bilime doğuştan sahibiz sanıyor olmamızda yatıyor; hemen anladığımızı sanıyoruz. Ancak anlamanın önündeki engellerden biri işte bu anında anlama yanılgısı. Bu yanılgıdan kurtulmanın yollarından biri, nesnelleştirmektir.
Neyin bizimle alakalı olduğuna bir bakmak lazım. Bizimle alakası olan şeyler, gerçekte sandığımızdan çok daha önemli. - Yapılabilecek daha bir sürü şey var, ama bizimle alakalı olan şey, işte temelde bu var.
Kurtarıcı umudunun, dönüşümlerin önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyorum.
Reklam
Sosyolojinin ürettiği şey, en azından biz kısmı için benim düşündüğüm üzere, simgesel şiddete, simgesel manipülasyona karşı; yani özellikle profesyonel söylem üreticilerine karşı kendini savunma araçlarıdır. Daha öncede çok kez söyledim; sosyologun simgesel üreticilere yani gazetecilere, piskoposlara, öğretmenlere, filozoflara güvenemeyeceği açık; yani konuşmayla ilgili bir mesleği icra edenlere, toplumsal dünyadan bahsedenlere güvenemez, çünkü işinin önemli bir bölümü toplumsal dünya üzerine sıradan söylemin retoriğine, yan-yetkinlerin söylemine karşı uyarmakla ilgilidir. Sorun şu; sosyologun - sosyolog simgesel bir judo öğretmenidir - ürettiği bu kendini müdafaa araçları, sosyologdan faydalananlar tarafından ele geçirilmiştir; sosyolojinin başlı başına reklamın ve pazarlamanın içine bulaştığını söyleyebilirim...
Sokrates soru soruyor ancak ona verilen cevaba safça inanmıyor. Sosyolog da, her ne kadar büyük bir samimiyetle cevap üretseler de, insanların mutlaka doğruyu söylemediklerini çok iyi bilir. Sosyologun bütün uğraşı; davranışların gözlemlenmesiyle, söylemlerden yola çıkarak, yazılanlardan vs. hareketle gerçeğin inşaasının koşullarını kurmaktır. Elbette halkın doğruyu söylediğine inanacak birkaç aptal her zaman var.
Din üzerine yapılan nesnelleştirme çalışmalarını düşünecek olursak; bugün artık herkes ailede edindiğimiz dinle, öğretilen din arasında belli bir bağıntı olduğunu biliyor, kimse inkar edemez, dini inançların babadan oğula aktarıldığını ve bu aktarım olmadığında dinin de yok olacağını inkâr edemeyiz. Bunlar herkesin hemfikir olduğu şeyler. Ama bunu kültür hakkında söylediğinizde, kültürlü insanın elinden, kültürün cazibesinin temellerinden birini, yani doğuştan gelme ilüzyonunu, karizmatik ilüzyonu almış oluyorsunuz. Ben bunu doğuştan kendi başıma edindim, bir nevi mucize gibi yani.
131 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.