kafayı yemek isteyenlere (veya çoktan yemiş olanlara)...
Son derece sıkıcı bir yerde sıra beklerken, canım sıkılmasın diye okumaya başladığım, ve fakat mekandan bağımsız başlı başına bile insanı sıkmaya yeten, dev kurgulu bir kitap, hem de epey sakince.
Canınızı sıkmıyor, içinizi sıkıyor; defalarca, neredeyse her sayfasında, kitabın içine girip insanlara haykırmak istedim. Her bir karakter, aman Allah ım sevgili Dostoyevski, nasıl yazabildin bu kadar derin ve bu kadar gerçek ve bir o kadar da gerçek üstü insanları? Yazarken düş dünyanızdaki curcunayı görmek isterdim. Saygıylar o anlarınıza...
Kitabı okuyalı bir yıldan fazla zaman oldu, şuan okusam belki farklı şeyler hissederim, fakat fark ettim ki, bu kadar zaman geçmesine rağmen, aynı hisleri tekrar yaşıyorum, aynı sinirleniş aynı şaşkınlıklar... O kadar derinlere çekiyor ki kitap, hem denizin karanlığında boğuluyorsunuz hem de hala yüzeyin ışıkları size nefes oluyor. Böyle mayhoş bir havası da var, ekşi bir şey yemek gibi, veya acı yemek gibi, yerken sıkıntı, ama sonra o deneyimi hatırlayınca iştahı kabarıyor insanın. Değişik.
Güzeldi ve sinirlere dans ettiriyordu, ahenkle değil, tepinir gibi...