İnsanın çamurdan yoğrulduğuna ve yalnızca tek bir amaçla yaratıldığına emindiler: İlahi etkinliklerini rahatça gerçekleştirsinler diye tanrılara yiyecek, içecek ve barınak sağlayarak hizmet etmesi için... amaçları kestirilemeyen tanrılarca kendisine biçilen yazgıyı önceden bilemezdi. Öldüğü zaman güçten düşmüş ruhu, dünyasal yaşamın kederli ve sefil bir yansımasından başka bir şey olmayan bir yaşamın sürdürüldügü, karanlık ve kasvetli ölüler diyarına iniyordu.
Sümer mitlerinin çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdiği gibi Sümer tanrıları tümüyle insan biçimliydi; aralarında en güçlü ve en bilgili olanlarının bile biçim, düşünce ve eylemde insan gibi olduğu kabul ediliyordu. Tıpkı insanlar gibi tanrılar da planlar yapıp uyguluyor, yiyip içiyor, evlenip çoluk çocuk sahibi oluyor, geniş aileler geçindiriyor ve insani tutku ve zaaflara yakalanıyordu.
Kadının Sümer'de önemli yasal hakları vardı: Mülk sahibi olabilir, iş ilişkilerine girebilir ve tanık olarak kabul edilebilirdi. Fakat kocası onu görece hafif nedenlerle boşayabilirdi; eğer kadının çocuğu olmuyorsa ikinci bir kadınla evlenebilirdi.
Başlangıçta kral, büyük olasılıkla, meclis tarafından kritik bir anda özgül bir askeri görev için seçilip atanmıştı. Fakat giderek, bütün ayrıcalıkları ve özel haklarıyla krallık kalıtsal bir kurum haline geldi ve uygarlığın en ayırt edici özelliği olarak görüldü.
Çöl matarası insanın yaşamıdır;
Pabuç insanın gözüdür;
Karısı insanın geleceğidir;
Oğul insanın sığınağıdır;
Kız evlat insanın kurtuluşudur,
Gelin insanın baş belasıdır.
insanlar olmadan kentler yıkıma gidiyor, tapınak ve saraylar harap oluyor, tarla ve çiftlikler çöle ve bakımsız araziye dönüyordu. Bu nedenle,kozmosu ve her türlü görüngülerini de tabii ki insan biçiminde yaşayan varlıklar gözetip bakıyor, yönetip denetliyor olmalıydı.
Fakat kozmos bütün insan yerleşimlerinin toplamından çok daha büyük ve örgütlenmesi çok daha karmaşık olduğundan, bu yaşayan varlıklar besbelli sıradan insanlardan çok daha güçlü ve etkili olmalıydı.
Çöl matarası insanın yaşamıdır;
pabuç insanın gözüdür;
karısı insanın geleceğidir;
oğul insanın sığınağıdır;
kız evlat insanın kurtuluşudur,
gelin insanın baş belasıdır.
Sümerler İÖ üçüncü binyılda, günümüz dünyası üzerinde, özellikle de Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamlık aracılığıyla silinmez izler bırakan dinsel fikirler ve tinsel kavramlar geliştirdi.
Bunun üzerine Enlil veziri Nusku'yu çağırır ve ona sevimli Ninlil'e duyduğu arzudan söz eder. Nusku büyük bir kayık getirir ve Enlil ırmakta Ninlil'e Tecavüz eder edip onu ay-tanrısı Sin'e gebe bırakır.
Tanrılar bu ahlaksızca davranış karşısında dehşete düşerler ve kralları olmasına karşın Enlil'i yakalayıp kentten ölüler diyarına sürer.
Bu görünmez, insanbiçimli ve aynı zamanda insanüstü ve ölümsüz olan varlıkların her birini Sümerler, bizim "TANRI" sözcüğüyle çevirdiğimiz "DİNGİR" sözcüğüyle adlandırıyordu.
Sulama, topluluğun çabasını ve örgütlenmesini gerektiren karmaşık bir süreçtir. Kanalların kazılması ve sürekli olarak onarılması gerekir. Su, ilgili herkes arasında adil olarak bölüştürülmelidir. Bunun güvence altına alınması için tek tek toprak sahiplerinden, hatta tek bir topluluktan daha güçlü bir iktidarın olması zorunluydu. Hükümet kurumlarının ve Sümer devletinin ortaya çıkışının nedeni buydu.
"Benim için bir başkası ölmeyecek,
Yüklü tekne batmayacak,
Üç katlı bez kesilmeyecek,
Surun üzerinde kimse yenilmeyecek,
Ateş, ev ve kulübeyi mahvetmeyecek,
Bana yardım edersen, ben de sana ederim,
Başımıza ne gelebilir ki!"