Bazıları, "inançlı olmayı" entellektüele yakıştıramazlar. Böylelerine göre "inanmak", düşünmeyi, araştırmayı bırakmak, aklî ve zihnî faaliyetleri durdurmak demektir.
Oysa tecrübelerle sâbittir ki, " inanmak", inanmamaktan daha çetin bir zihnî çabayı gerektirmektedir. Hele, yalan-yanlış, bâtıl ve bozuk inançların, sapık felsefî ve mistik akımların istilâ ettiği bir dünyada, "İslamiyeti" tanımak ve onun ortaya koyduğu "hakikatleri" kavramak için, gerçekten de "metafizik ter dökmek" gerekir.
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur: "Dinde zorlama yoktur."(El- Bakara/256). Çünkü, " Hak ile bâtıl" belli olmuştur ve kişiler, kendi "tercihlerinden" sorumludurlar.
[N]e kadar zeki, akıllı, kültürlü ve güçlü olursa olsun, bir insan, asla kararlarında ve hareketlerinde tamamı ile bağımsız olamaz. Yeryüzünde, hiç kimsenin etkisinde kalmadan karar verebilen tek kişi yoktur. İnsanlar etkileşerek gelişirler, karar verirler ve hareket ederler. Bütün ömrümüz, etkileşimden (tesir alıp vermekten) ibarettir. Hatta, ilim adamlarına göre terbiye budur, gelişme budur, kültür budur... Etkilenmeden "etki edici" duruma gelinememektedir. Canlı varlıklar içinde en çok etkileneni insandır. (...) Herkes, kendi şahsiyetini ve gelişimini kritik ederse, varlığında pek çok "model insanın" hayalini, davranışını, sözlerini ve izlerini bulacaktır. Düşünün, hayatta ençok sevdiğiniz kişi, ençok etkisinde kaldığınız kişidir.