Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şüpheden Hakikate

İsmail Çetin

Şüpheden Hakikate Gönderileri

Şüpheden Hakikate kitaplarını, Şüpheden Hakikate sözleri ve alıntılarını, Şüpheden Hakikate yazarlarını, Şüpheden Hakikate yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Bu zamanda, umerâ, ulemâ ve diğer halk tabakasının vazifeleri hakkında ne emr buyurursunuz?” diye Efendim'den sordum. Üç kere bu soruyu tekrar ettim. Sultân-ul-câzibin, Nur-u hidâyet-il-vâsilin, şu cevabı verdi: «İnsan tabakası üç noktada mütâlaa edilir: Ulemâ, umerâ ve diğer halk tabakası. Halka düşen vazife, kalbi ve ruhi müşkilatlarını, bedeni ve ruhi ahlakı, dini ve dünyevi ibadet ve itikadı, ehli irşad ve ulemâdan öğrenmektir. Buna teslim deriz. Avam tabakasının ikinci vazifesi, öğrendiklerini, illet ve ğayesiz olarak mücerred bir teslimle tatbik etmektir. Buna ihlas deriz. Allah'ı sevenleri sevmek, isyan edenleri terketmek, yine halkın vazifesidir. Buna muhabbet deriz. Demek halk tabakası, ulemâ ve umerâdan, teslim, ihlas ve muhabbeti öğrenseler, ulemâ ve umerâ da, fiilen ve kavlen şehvet ve şöhreti terketseler, İslam birliği meydana | gelecektir.» Gençlere ayrı bir vazife daha vardır: Tembellikten kendilerini muhafaza etmeleri, ilim ve sanata çokça önem vermeleri lazımdır. İffet, hürriyet, teslim, ihlas, muhabbet gerekir.
Burada mühim bir mesele vardır. Zamanımızda pek çok reformcular, ashâb-ı kiram hakkında dil uzatmaktadırlar. Güya, araştırmayla ayıblarını tesbit edecekler. Kendileri şu hadis-i şeriflerden habersiz midirler: “Sizden biriniz dünya kadar malını Allah yolunda harcarsa, ashabımın bir avucuna ve yarısına da ulaşamaz.” “Ashabımın hakkında Allah'tan korkun, ashabımın hakkında Allah'tan korkun. Allah için şereflerini koruyun. Benden sonra ashabımı hedef etmeyin. Kim onları severse, Beni sevdiği için onları sevmiştir. Kim onlardan buğzederse, Benden buğzettiği için onlardan buğzetmiştir.” Allah'ın Rasülü, ashabının hakkında dil uzatmaktan bizi menetmiştir. Binaenaleyh Hazreti Muaviye'ye veyahud herhangi bir sahabiye dil uzatmak caiz değildir. Hazreti Ali, Hazreti Muaviye ve ona tâbi Şam ahalisi hakkında şöyle demiştir: “Onlar da bizim kardeşlerimizdir. Bize karşı koydular. Sakın ha! Onlara lanet okumayın.” Amma Yezid, Haccac ve onlar gibi olan zalimlere gelince; ulemâ ihtilaf ettiler ise de, Kaside-i Nüniye Sahibi, böylelerinin hakkında süküt etmeyi tavsiye eder. Zira ehli kıbleye lanet caiz değildir. Ve ehli kıble tekfir de olunamaz.Bizim zamanımızdamaalesef bu hastalik çogalmiştir.(188)
Reklam
“Hâkim var gücünü harcayarak hükmettiği zaman, sonra isabet ederse, ona iki ecir vardır. Hâkim var gücünü harcamış olduğu halde bununla beraber sonradan hata ederse=gerçeği bulamazsa, yine de ona bir ecir vardır." buyurmuştur. Bu hususta, Süleyman Peygamber'in, Dâvud Peygamber'in hükmünü bozduğunu Kur'ân-ı Kerim haber vermektedir. Buna binaendir ki ulemâmız: “Hazreti Ali ictihadında hakka isabet ettiği için birçok sevab, Hazreti Muaviye hatalı olduğu için bir sevab almıştır.” dediler. Bazı Ehli Sünnet de: “İctihadda mutlak isabet vardır, hata yoktur.” dediler. Her nasıl olursa olsun, Ehli Sünnetin ittifakıyla, müctehid isabetlidir, yani hatası afuv olunur. Ehli Sünnetin ulemâsından hiçbirisi, ashab hakkında dil uzatmamıştır. Ashaba dil uzatanlar, mesela, Hazreti Muaviye'nin veyahud herhangi bir sahabinin hatasını görenler, Ehli Sünnetin dışındadır. Biz Ehli Sünnet olarak, bütün ashabı hayrla yâd eder, onlara rahmet okuruz. Allah onlardan razı olsun.(186) (186JTuhfet-ul-Fevâid 5.182, 183, Hayr-ul-Kalâid s.166, 167, Şerhler 5.123, 124, Âlüsi cüz 2 s.107, 108, Feth-ul-Bâri c.13 “5-$.268, 269.. İmam Ayni buraya izahlı tafsilat vermiştir. e-Müsned-ul-Câmi' c.14 s.145, 146 h.n.10754 - 13, 10755 - 15, İbnu Mâce h.n.2314, Müsned-i İmam Ahmed c.4 5.198, 204, 205, Müslim h.n.1716, Firdevs-i Deylemi h.n.1264, Mişkât-ul MMesâbih h.n. 3732
Birçok kelâmcıların imanı, kâmil ise de, felsefecilerin itikadı, kesin, sabit ve olaya mutâbık olamadığından, şek, vehim, zan ve tahminden hâli kalmamaktadır. Bunların, imanın tahkiki ve yekini derecelerini bilmemeleri, ayrıca cehl-i mürekkebdir. Yahudi ve Hristiyanların itikadı, olaya mutâbık değildir. Materyalistlerin ve benzerlerinin imanı ise, şer'an ve örten imanın zıddıdır. Şu halde her Mü'min, kendini bunları taklid etmekten korumalı, araştırmalarda onların delil ve terimlerinden sakınmalıdır. Hatta onların ortaya koymuş oldukları ölçülerle yola çıkmamalı, bilakis, elçilerin mirasçıları olan kelâmcıların, ehli tasavvufun, fukahanın, özellikle asrın müceddidi olan Ekmel-ul-Ülemâ'nın(Bediüzzaman Said Nursi,M.A)takib ettiği yolla araştırmaya girmelidir. Asri kitabların okunmasında da faide vardır.
Meşhur kavle göre, cehennem yer altındadır. Fakat biz Ehli Sünnet, kat'i olarak yerini tayin edemeyiz. Lâkin zâhir olan, tahtiyettir ve yer altında olmasıdır. Buna binaen derim ki; bizim kürremiz dahi, sair nücum (yıldızlar) gibi, şecere-i tuğba gibi olan hilkat-ı alemin semeresidir. Semerenin altı, o ağacın umum ağsanı (dalları) altına şâmil olur. Buna binaen, cehennem yer altında, o dallar içindedir. Nerede olursa olsun, yeri vardır. Tahtiyet (alt kelimesi), mesafenin uzun oluşunu veya bitişikliğini gerektirmez. Malum olsun ki, ebedi ahiret âlemi, fenâ ile mahkum olan bu âlemin mukayesesiyle ölçülemez ve muamele olunmaz. Müntazar ol.. Kürreyi arz; şecere-i zakküm ve cehennemin çekirdeğiyle hâmildir, günün birinde doğacaktır. Belki fezada tayaran eden (uçan) arz, öyle bir şeyi yumurtlayacak ki, o yumurtada cehennem tamamıyla olmaz ise de, başı veya diğer bir azasını teşkil eden tohum ve çekirdeğini kuşatmıştır. Kıyamet gününde derakat (dereler, tepeler) ve sair azasıyla birleşecek, hayret verici dev gibi olan cehennem, ehli isyana hücum edecektir.(153) Üstad Bediuzzaman'ın bu sözü, cehennemin yerle bitişik olmasına delâlet etmez. Zira kendisi de: "Mesafe gerekmez." demiştir. Ehli Sünnetin ittifakıyla, şimdi cennet gibi cehennem de vardır: ikisi nimet ve elemleriyle ebedi ve bâkidir, insanlarla beraber ebediyete doğru gitmektedir.
Aliyy-ul-Kâri diyor ki: Kabir azabının varlığı hakkındaki hadisler, mana olarak tevatür derecesine varmıştır. Ehli Sünnet vel'Cemaatin hepsi bu hususta müttefiktirler.
Reklam
Harâm olsun mübâh olsun muhassal Ne yerse rızkını yer cümle hayvan İnsan ve hayvanın yiyip içtiği, rızktır. Teftazâni, Mekâsıd şerhinde rızkı: "Gıda almak ve daha başka süretlerle faidelensinler diye, Allah Teâlâ'nın hayvanlara sevkettiği şeylerdir." şeklinde tarif eder. Bu tefsir, yeme, içme, giyinme, ev, ev eşyası gibi şeyleri de rızk kavramının şumülüne alan, çok daha geniş muhtevalı bir tariftir. Helal olsun, haram olsun, yenilen ve içilenin yahud faidelenilenin ismi rızktır. Rızk iki kısımdır: Rızk-ı maddi, bedene mahsus; rızk-ı manevi, ruha mahsustur. Birinciye rızk-ı zâhiri, ikinciye rızk-ı manevi denilmiştir. İkisini de kuluna sevkedip ileten, Allah'tır. Sevkolunan rızk, erzak merkezinden kula uzatılmıştır. Sonra "Helali isteyin." diye emrolunmuştur. Binaenaleyh kul, kendi ihtiyarıyla elini, helal veya haramdan hangisine uzatırsa, onu alır. Kul, yemesinden değil, harama elini uzatmasından mesuldür. Elbette Allah ezelde, kulunun hangisine talib olacağını bilir. Bu dâr-ı fenâ'da kul, elini harama uzatırsa, ahirette cezasını, helale uzatırsa, sevabını kazanır. El-Bakara Süresi'nin Üçüncü ayet-i kerimesinde, bu hikmete binaen Allah, rızkı Kendi Zât-ı Şerifi'ne izafe etmiştir. (77)
Olaydı halkı islah Hakk'a vacib Olur muydu bu küfr-u fakr-u ahzân Mu'tezile mezhebinde olanlar: “Kul fiilinde muhayyer ve kendi fiilinin hâlıkıdır." dedikleri için: "Kula en yararlıyı ve faideliyi yaratmak, Allah'a vacibdir." dediler. Hızır Bey bu beytte onların itikadında olanları reddetmeye işaret ederek der ki: Evvelden beyan
Kainatın hepsi, kudreti ve yaratması karşısında bir zerre bile değil; O'na inan ve teslim ol. Dua ile O'na yalvar. Ey karga, mevzü'bahsin kaderde olduğu halde, sen Allah'a inanıyorsun. Çünkü, eğer O'na inanıyorsan, neden yaptın, diyemezsin. Hadi ben bir tokat vurdum, "Öf!" dersin, müdafaa edersin, intikam ararsın. Madem ki, kader her şeyi sana cebren yaptırır, bana da bu tokatı sana vurdurmuş; kadere karşı gelmeye ne hakkın var. Yok, herşeyi ben yaparım dersen, her istediğine niye kavuşamıyorsun, her istedigini niye göremiyorsun? Hadi kulağınla gör, gözünle işit, o zaman ben de iddiana teslim olayım. Bunu yapamazsan şu halde ne cebr var, ne de mutlak hürriyet. İşte benim inancım, Cebri ile Mu'tezile fikrinin ortasıdır.
Yani bütün münazaralarda esas ve temel edeb, doğru sözü öğrenmek, o doğruyu doğru olarak bildirmektir. Riyâkarlık, nifak ve yağcılıktan sakınmak şarttır. Karşımdaki kimseyi ikna edeyim değil, ona bir hakikati izah edeyim diye azimde bulunmak gerekir. Bunda, büyük bir vicdana ihtiyac vardır.
29 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.