İçime bu kadar işleyen bir kitap okumayalı uzun zaman olmuştu. Bu kitabı bu dönemde okumuş olmasaydım büyük ihtimalle bu kadar etkilemezdi beni.
Suzan'ın durumunu, yaşadığı aşkı, aşkının büyüklüğüne rağmen hep azla yetinmek zorunda kalmasını, her şeye katlanıp hep kendi kabuğunda olmasını, aslında güçlü bir kişiliği olmasına rağmen olayları durumları hep bir kabullenmişlikle yaşamasını gözyaşlarımı tutmadan okudum. Sevdim ben Suzan'ı. Suzan'ı severken Derya'ya kızdım. Derya'yı okurken de...
Derya aslında hayatı boyunca hiç kimsenin hiçbir şeyi olamamış. Bir insanın kendini sevmesi, mutlu olabilmesi için zaten buna gerek yok ama Derya için öyle değil. Ailesinde en yakını bildiği abisine tutunuyor önce. En yakını o. Suzan gidiyor abisi değişiyor. Evleniyor sonra yaşadığı şeyin aşk olduğuna inandırmak istiyor kendini buna tutunmak için. Bu da olmuyor. Kimsesiz kalıyor sonra. Hiç kimsenin hiçbir şeyi olamadığını anlıyor. Sonra da aslında gerçek bile olmayan hayatina nerdeyse zorla Ekmel Bey'i alıyor. Anlatıyor, başkasının hikayesinden varolmaya çalışıyor.
Ayfer Tunç'un kitapları böyle sanırım. Kırgınlıklarla, yaşanamamışlıklarla dolu. Son sayfayı okuyup kitabı bıraktığında iç çekmeden yapamıyor insan.