Tahrir Vazifeleri 5

İsmet Özel

Quotes

See All
Türkiye'de "atın önünde et, itin önünde ot var" deyişimiz ülke bütünlüğünü ilgilendiren konularda iyiden iyiye yerine oturuyor. Bütünlük istiyor görünenlerin bütünleşme için gereken işleri yapmaktan sürekli uzak durduklarını, bütünleşmeyi sağlayanların ise sürekli olarak işten uzak tutuldukları bir devletin geleceği endişe konusu bugün.
Şimdi ülkemizde ilk bakışta tuhaf gelebilecek bir manzara göze çarpıyor: Gerek yönetim mekanizması ve gerekse iş dünyası tika basa halktan gelen kimselerle dolu olduğu halde halkın katılımı hemen hemen hiç yok. Böylesine anti-sosyal sosyalleşmenin sebebi nedir? Sebep insanların uğraşılarının topluluğun varlığı ve devamı için bir anlamı olmayışıdır. Ama aynı uğraşların bir başka topluluk için anlam taşıdığı apaçık bir gerçek. Tarım, sanayi ve hizmet sektöründe çalışan insanlar sadece bir koloni halkının sahip olduğu ruh durumuyla faaliyetlerini devam ettirebiliyorlar. Öyle yapmadıkları zaman askeri müdahale geliyor. Enflasyonu değil durdurmak, yavaşlatmayı bile başaramayan Türkiye ırk bağları olduğu öne sürülen ülkelerin liderliğine göz koyuyor. Eğitim ve öğrenim düzenini değil ıslah etmek, yozlaşmasını bile önleyemeyen Türkiye etnik farklılaşmaya bir çözüm bulacağını sanıyor.
Reklam
İmtiyazlara karşı verilen mücadelenin aynı zamanda sorumluluğa karşı bir mücadele olduğu hiç bir zaman göze çarpmadı. Çünkü nedense insanların zihninde bu ikisi arasındaki irtibat hayatın akışı içinde ters yönde kurulmuş gibidir. İmtiyazlı olanlar yaşamanın tadını çıkarma fırsatlarını bol bol ellerinde bulunduracaklar, sorumlu olanlar ise çokça fedakârlıkta bulunacaklar. Oysa soylular arasında yer almak kendi yetişmesine yapılan katkının hakkını vermektir. İmtiyaz ve sorumluluk asaletin başında ve sonundadır. İmtiyazı olmayan bir kişinin davranışlarında sorumlu davranabileceğini nereden bilebiliriz? Büyük bir ihtimalle o kararlarını kendi başındaki belaları defetmeye yetecek ölçüler dahilinde vermektedir. Sorumluluk duymak başlı başına imtiyaz sayılmalıdır. Bu akıl yürütme yolunu benimser isek belki de siyaset kültüründen aristokratların silinip gitmelerini onların tarihin bir uğrağında artık yeterince aristokrat olmayışlarıyla açıklayabiliriz. Demokratik uygulamaları benimseyen toplumlar arasında dikkat çeken başarılar elde edenlere bakıldığında görülen, söz konusu başarıların "imtiyaz-sorumluluk" ikilisini doğru tarzda devreye sokulmasının ürünü olduğudur. Yoksa bir yanı bilgisizlikten, diğer yanı da korkudan meydana gelmiş olan "halklaşma" modern çağda bir toplumu bir başka toplumun uşağı ve/veya kölesi durumuna sokmaktan başka işe yaramamıştır.
Aristokrasinin imtiyazları vardı. Doğru anlaşıldığında bu imtiyazların tek dayanağı belli sorumlulukları yerine getirebilmek olabilirdi. Oysa görünüşte aristokrasi belli imtiyazları olduğu için sorumsuz davranıyordu. İşte bu görüntü bozukluğu modernleşme tarihindeki karmaşaya kaynaklık etti.
Katılım bir başarıya ulaşmaya değil, bir başarıyı tekrar etmeye yarar ve bu anlamda tarihin bulunması ile katılım aynı yönde hareket eden toplum değerleridir. Katılımını sağlamış yani tarihini bulmuş bir toplum, bir "millet" devletlerin yıkılması, toplulukların parçalanması gibi etkilere maruz kaldıktan sonra bile varlık gösterme başarısını tekrar edebilirler. Katılımı aşağı seviyede kalmış topluluklar ise diş belirtilerden aldıkları güçle devletler kursalar ve devam ettirseler bile başarılarını tekrar edecek daya- naklardan mahrum kalırlar. Bu topluluklar için başarı talih, başarısızlık da talihsizliktir.
İktisadi faaliyet söz konusu olduğunda sık sık "pastadan pay almak" sözünü işitiriz. Acaba siyasi katılım da buna benzer bir şey midir? Bir toplumun insanları tıpkı bir pastadan pay alır gibi devleti keyfince yöneten bir monarkın hak ve yetkilerine ortak olarak mi katılımı gerçekleştirirler? Yoksa katılım adını verdiğimiz şey, söz konusu toplumun varoluş hedefleri doğrultusunda bazı görevler ve sorumluluklar yüklenmenin bir biçimi midir? Böyle sorularla karşılaştığımız zaman insan olarak birlikte yaşamamızın amacı üzerinde düşünmek zorunda kalıyoruz. Birlikte yaşamamızın vardığı yer insanın insanı sömürmesi suretiyle işleyen bir toplum düzeni ise yani toplum hayatı "insan insanın kurdudur" kuralına uyularak işleyiş gösteriyorsa demokrasiden beklenilen bir türlü olacak, eğer o toplumun insanları "birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" kuralı uyarınca yaşamayı benimsemişlerse demokrasi talepleri başka türlü tezahür edecektir. Katılım ancak ikinci yaklaşımın ürünü olabilir.
Reklam
Yağmacı düzeni bir toplumda kökleştirmek isteyenler bu üç unsuru birbirinden koparır. Servet sahiplerinin bilgisiz, nüfuzu icra edenlerin yoksul, bilgili kimselerin de itibarsız oldukları bir toplumda insanlar ancak yekdiğerine zarar vererek ayakta kalmaya çabalayacaklardır. Büyük bir hızla yağma furyasının geçerli olduğu bu toplumda insanlar birbirlerini yemekle meşgul olurken hep birlikte başka güçlerin avı haline düştüklerini anlayamazlar.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.