Bugün, biz sanal olanı düşünmüyoruz, sanal olan bizi düşünüyor. Bizi gerçeklikten kesin bir biçimde ayıran bu algılanması olanaksız şeffaflık, bir sineğin pencere camına çarpması ve çarpınca, kendisini dış dünyadan ayıran şeyin ne olduğunu bilememesi kadar akla sığmayacak bir şey. Sinek, kendisinin uzamına son veren şeyin ne olduğunu imgeleyemez bile. Aynı şekilde, biz de, sanallığın, dünya hakkında zihnimizde tasarlanan her biçimi, sanki ona el uzatıyormuşçasına ne kadar değiştirdiğini imgeleyemiyoruz. İmgeleyemiyoruz, çünkü sanallığın özelliği, yalnızca gerçekliğe son vermek değil, aynı zamanda gerçek olanın, siyasal olanın, toplumsal olanın imgelenmesine de son vermektir -yalnızca zamanın gerçekliğinin değil, geçmişin ve geleceğin imgelenmesine de son verir.
bir zamanlar, özgürlük, arzu, zevk, aşk cinsel açıdan birbirine bulaşabilir özellikteyken, bugün, öyle görünüyor ki bunların yerini nefret, düş kırıklığı, güvensizlik ve cinsiyetlerin birbirlerine karşı hıncı alıyor.
Biz sadece toprağın ıssızlığını değil, toplumsallığın ıssızlığını, emeğin, işin ıssızlığını ve enformasyonun yoğunluğuyla yaratılan bedenin ıssızlığını da hayal meyal görüyoruz. ISSIZ ALANLAR GİTGİDE BÜYÜYOR....
Zaten, bilgisayarların dünya çapında birbirlerine bağlanmasıyla oluşturulan bu bilgi evreni ve iletişim ortamının veri bütünlüğünde, yani sanal gerçekliğin içinde, gerçek anlamda bir şeyler keşfetme olanağı var mıdır? Internet'in işi gücü, özgür zihinsel bir uzamı, bir özgürlük ve keşif uzamını simüle etmektir. Internet aslında çoklu, ama saymaca bir uzam sunar yalnızca; işlemci, bu uzamda, belli
öğelerle, kurulu sitelerle, belirlenmiş kodlarla karşılıklı etkileşimde bulunur
Gerçek bir felaket oldu mu, olacak mı? Cevap şu: Felaket sanaldır, gerçek felaket olmayacaktır, çünkü biz sanal bir felaket atmosferi içinde yaşıyoruz. Böyle olmasının nedeni, bu fırsatla çarpıcı bir biçimde ortaya çıkan şeylerin durumundan kaynaklanıyor: kurmaca ekonomiyle gerçek ekonomi arasındaki dengesizlikten.