Yükte hafif pahada ağır şeyler listesine adını yazdığım bu küçük el kitabını çok kısa sürede bitirirken etkisinin ne kadar uzun süreceğini hesaplayamıyordum bir tarafta. Sevginin, çarmıha gerilmiş İsa bahsi üzerinden çivilerin bile işin içine girdiği sembolik anlatımı, bahtsızlık kavramına yüklediği anlamla birleşince ortaya çıkan bakış açısı tüylerimi ürpertti. Kısacık bir kitaptan böylesi yoğun çalkantılarla ayrılacağımı tahmin etmiyordum. Simone Weil'in içimizde bulunan büyük buhranın günahtan bile daha ötede, Tanrı'ya neredeyse mümkün en uzak mesafe olarak tanımladığı bahtsızlık kavramıyla açıklaması zihnimi büyük sarsıntılarla allak bullak etti.
Bu çağ büyük bir bahtsızlığa yakalanmış, Tanrı neredeyse kusursuzca namevcut konuma çıkarılmış, her şey felaketler buhranında öylesine süzülür olmuş.
Nasıl yaşayacağız peki?
Kitabın sonunda benim gibi onu okumadan evvel ön yargılarla yaklaşan düşünürlerin onu okuduktan sonra nasıl sarsıldıklarını anlattıkları yazılara yer verilmiş, kendimi yalnız hissetmedim ama Simone Weil'e karşı ufak bir mahcubiyet yaşadım. N'apacağız bu kibri bilmiyorum...