Tanrı ve Felsefe

Etienne Gilson

Tanrı ve Felsefe Quotes

You can find Tanrı ve Felsefe quotes, Tanrı ve Felsefe book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Bizim dünyamız, değişen bir dünyadır. Fizik, kimya, biyoloji orada yer alan değişmenin kanunlarını bize öğretir. Bu bilim dallarının bize öğretemeyecekleri bir şey varsa o da, kanunları düzeni ve akledilirliği ile birlikte ele alınan bu dünyanın niçin varolduğudur.
İlerleme, kendiliğinden olan bir öz başarı kanunu değil, insan iradesiyle, sabırla elde edilen bir şeydir. Eşitlik fiilen verilmiş bir şey değil, adaletle adım adım yaklaşılan bir idealdir. Demokrasi, bazı toplumları yöneten bir tanrıça değil, dostluğun elde edilmesi için herkesin sarsılmaz bir azim göstermesi ile gerçekleşen muhteşem bir umuttur. Acaba bütün bunları anlayabilmek için bir çaba gösterecek miyiz?
Reklam
Deistlerin Tanrısı, Platon’un İyi’si, bir ilk akledilir ilke, Aristoteles’in kendi kendini düşünen Düşünce’si veya Spinoza’nın Sonsuz Cevher’i değildi. “Religio Laici” veya “Laik’in İnancı” adlı meşhur kitapçığında Dryden’in de dediği gibi, deistlerin Tanrısı, evrensel olarak bütün insanlarca aynı şekilde ve aynı Övgü ve Dua kuralları içinde ibadet edilen mutlak bir Varlık idi. Buna rağmen O, işlenen suçlardan müteessir olan, suç işleyip de tövbe edenleri bağışlaması beklenen bir Tanrıydı. Nihayet deistlerin Tanrısı, adâleti bu dünyada olmasa bile, iyi iradenin Ödüllendirildiği, kötünün ise cezalandırıldığı yer olan öteki dünyada gerçekleştirecek olan bir Tanrıydı.
Descartes, Hıristiyan inancını işin içine katarak kendi metafiziğinin aklî sâfiyetini bozmamaya o kadar titizlikle gayret harcadı ki, bu yüzden Hıristiyanlığın Tanrı tanımının bütün insanlarda doğuştan varolduğunu rahatça ilân etti. Platon’un doğuştan idea’ları gibi, Descartes’in Tanrı fikri de bir hatırlamadan ibaretti. Fakat bu hatırlama (Platon’da olduğu gibi) ruhun daha önce yaşamış olduğu hayatındaki bir îdea’yı hatırlaması değil de Descartes’in çocukken Kilisede öğrendiğini hatırlamasıydı.
Bizim fikirlerimiz tabiatın tasarrufu içindedir, çünkü biz onun içindeyiz. İnsanın akıllıca yaptığı her hangi bir şey, bir gaye ile ve bir sonuca ulaşmak için yapılmaktadır. İşte bu, onun niçin o işi yaptığının nihaî sebebi olmaktadır. Bir işçi, bir mühendis, bir sanayici, bir yazar veya bir sanatçı ne yaparsa yapsın, akla yatkın bazı usullere başvurmak suretiyle belli bir amacı gerçekleştirmekten başka birşey yapmamaktadır. Maddenin mekanik kanunları sayesinde kendi başına birden bire ortaya çıkan bir makina örneği bilinmemektedir. Tabiatın bir kısmı ve bir parçası olan insan aracılığıyla gayelilik, tabiatın, açık bir şekilde, bir kısmı ve parçası olmaktadır. Nerede bir organizasyon varsa orada bir gayeliliğin bulunduğu içeriden bilindiği halde, nerede bir gaye varsa orada bir organizasyon vardır, şeklinde bir sonuca varmak niçin keyfi olsun? Böyle bir çıkarımı, bilimsel olmadığından dolayı reddeden bir bilim adamını tamamen anlıyorum. Yine, organize varlıkların niçin varolduklarının muhtemel sebebine ilişkin herhangi bir çıkarımda bulunmanın, bir bilim adamının (bilim adamı olarak) işi olmadığını söyleyen insanı da anlıyorum. Fakat, eğer ben böyle bir çıkarımda bulunma yolunu seçersem, bunun hangi anlamda “genel bir mantık yanılgısı” olacağını bir türlü göremiyorum. Biyolojik gelişmeye dayanarak evrende bir gayenin bulunduğu sonucuna varmak niçin, bir yanılma olsun?
Onlar varlıkla, yani metafizikle, ilgili soruları, yanlışlıkla bilimsel sorular gibi görmekte ve bilimden bunlara cevap bulmasını istemektedirler. Pek tabiî hiç bir cevap elde edememektedirler. Sonunda da şaşkınlığa düşmektedirler.
Reklam
Descartes’in, sanki araya hiç bir kimse girmiyormuşcasına Yunanlılardan sonra gelmiş olması düşünülemez; o, Yunanlıların salt aklî metodu ile Hıristiyan tabiî kelâmının ortaya çıkardığı bütün güçlükleri çözmek gibi naiv bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Başka bir deyişle, Descartes, Hıristiyanlıktan tamamen koparılmış bir felsefenin “ilk ilke”si ile, felsefenin Hıristiyan vahyinin etkisinden uzak kaldığı sürece bir türlü keşfedemediği Tanrının, aynı şey olduğunun eninde sonunda ortaya çıkacağından bir an için olsun şüphe etmemiştir. Bu bakımdan, biz tarihçilerin Descartes hakkında görüş birliğine varamadığımıza hayret edilmemelidir. Bazılarımız, tarihi onun söylediklerine, bazılarımız ise yaptıklarına göre yazıyoruz. O, salt aklın ışığında hakikati arayacağını söylerken metafizikte de hıristiyan tabiî kelâmının sonuçlarını, sanki tabiat üstü hıristiyan kelâmı hiç varolmamış gibi, yeniden ortaya koyuyordu. Liard’a göre, Descartes bilimsel pozitivizmin öncüsü olarak gözükmektedir. Espinos’a göre ise o, ilk Cizvit hocalarının sadık bir öğrencisidir. Aslına bakılırsa Descartes, bir ve aynı zamanda her ikisiydi de...
Musa şunları söyleyerek Tanrıya doğrudan doğruya adını sordu: “Ben İsrailoğullarına gidecek ve diyeceğim ki “atalarımızın Tanrısı beni size gönderdi.” “Eğer onlar, “0”nun adı nedir?” diye sorarlarsa ne cevap vereceğim? Tanrı, Musa’ya: “Dersin ki ‘Ben, Ben Olanım’” Öyle ise İsrailoğullarına diyeceksin ki beni size “Var. Olan O” (veya “O ki Vardır”) gönderdi.” İşte Yahudiliğin Tanrısının evrensel olarak bilinen Yahveh adı buradan gelir; çünkü Yahveh, “O bir vardır” anlamına gelir.
O, Bir’dir: Diğer sayılarla birleşebilen sayı anlamında veya diğer sayıların bir bileşimi anlamında değil, onun mutlak basitliğini etkilemeyen bütün çokluğun akıp geldiği kaynak olan kendi kendine yeterli varlık anlamında Bir’dir.
Kendi başına ele alındığında, Hıristiyanlık bir felsefe değildi. O, temelde İsa kanalıyla insanları kurtuluşa götüren dinî bir öğretiydi. Hıristiyan felsefesi, Yunan felsefesi ile Yahudi-Hıristiyan dinî vahyinin kesişme noktasında doğdu.
129 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.