Fakat mademki Türkiye Avrupa Konseyinin bir üyesidir, Avrupa topluluğu ile bütünleşmeyi bir resmi hedef olarak benimsemiştir, o zaman demokrasinin asgari gereklerine uymayı da taahhüt etmiş demektir...
Fabrika, yol, baraj ile Ortaçağ kafası bir arada olursa (ki, pekala bir arada olabiliyor), o ülke çağdaşlaşmış olur mu?
Böyle bir çağdaşlaşma, köksüz, eğreti, geleceği olmayan, hatta dengesiz ve hastalıklı bir çağdaşlaşmadır...
Ne ailede yetiştirilme tarzımız, ne de okullarda eğitilmemiz birbirinden farklıdır. Hep büyük söyler, küçüğe de dinleyip itaat etmek düşer.Böylelikle genellikle tek, değişmez, tartışılmaz doğrular egemen olur yaşantımıza. Serbestçe düşünüp tartışmayı, birbirimizin görüşlerini hoşgörü ile dinleyebilmeyi, çok acıdır, ama pek öğrenemeyiz.
Sonuç, tek boyutlu, katı hoşgörüden yoksun kafa yapılarının oluşumudur.
Sonuç, demokrasinin bir hayat tarzı olarak ülkemizde bir türlü yerleşemeyişidir.
İlk insan ateşi bulduğu zaman çok sevindi;dünyada bir dönüm noktası vurgulanmıştı.
Ne var ki ateş, her buluş gibi tarih içinde iyiye de, kötüye de hizmet ediyordu.
Ortaçağ da inançlarından ötürü insanlar yakıldı, daha sonraki yüzyıllarda da kitaplar...
Peki ama, siyasetin kapsamı bu kadar daraltılarak, siyasal katılım bu denli sınırlandırılarak bu kadar çok <siyaset yasağı> ile demokrasi nasıl olacaktır. Demokrasinin özünü oluşturan uzlaşmalar nasıl sağlanabilecektir,söyler misiniz lütfen.
Siyasal hayatımızda «dış mihraklar» deyimi, hiç dillerden düşmemiştir. Kimi politikacılarımız hoşlarına gitmeyen, ya da işlerine gelmeyen birçok olayı «dış mihraklara» dayandırmayı yeğlemişlerdir. Kimi zaman ufuklarının darlığından, kimi zaman da öylesini daha kolay bulduklarından bu yolu seçmişlerdir.
Bugün de değişen bir şey yoktur ne yazık ki!
«Dış mihraklar» yok mu?
Hiç kuşkusuz var; aksi öne sürülemez.
Türkiye'yi «istikrarsızlaştırmak» için çaba harcayan, demokrasiden tümüyle uzaklaştırmak ve ülke bütünlüğünü bozmak için sürekli plan yapan karanlık odakların varlığı yadsınamaz.