"Tarih ne içindir" sorusuna, R. G. Collingwood, "kişinin kendisini bilmesi için" yanıtını verir. Kişinin hem kendini başkalarından ayıran, hem de kendisini "o kişi" yapan şeyleri tanıyabilmesi için.
"Dünyada ve kendi içimizde olup bitenleri, yalnızca onlar hakkında konuştuğumuz zaman insanileştiririz ve ancak bu konuşma süreci içinde insan olmayı öğreniriz." Hannah Arendt
"Dünyada hiç kimse ve hiçbir şey bir izleyiciyi önkoşul saymadan varolmaz... İnsan değil, insanlar yaşar bu gezegende. Çoğulluk, yeryüzünün yasasıdır." Hannah Arendt
Bir Tereddüdün Romanı'ındaki Vildan işte böyle bir femme fatale tiplemesidir ve yazar onun mutsuzluğunun nedenini şöyle "tesbit eder": "Yeni kadınların çoğu ana olmayı zerafete mugayır bir şey sayıyorlar ve çocuk viyaklamasından nefret ediyorlar. Sen de onlardan değil misin? Fakat bu nihayetsiz bedbinliğin nereden geliyor?" Sonra da bu sorunun cevabını gene kendisi verir: "Kadının ebediyeti zekasında değil, rahmindedir. Yeni kadın, yaratıcılığın merkezini şaşırmıştır. Senin ümitsizliğin buradan geliyor. Ben sana derim ki, saadetin, idealin ve her şeyin karnındadır."
Peyami Safa, Fransız tarihçi Elizabeth Badinter'in, "cinselleşmiş düalizm, bütün düalizmlerin paradigmasıdır; dünya tarihinin paradigmasıdır" saptamasını haklı çıkarırcasına, hem Doğu-Batı karşıtlığını, hem de klasik zihin-madde karşıtlığını, kadın-erkek karşıtlığı üzerine kurar. Genelde romanlarında dört baş kişi vardır: Biri Doğu'yu, diğeri Batı'yı temsil temsil eden iki erkek; bunlar arasında bocalayan bir kadın ve bir de yazarı- ve sağduyuyu- temsil eden bilge erkek. Bocalayanın kadın olması doğaldır, çünkü yazara göre, "kadın kalbi dediğimiz tabii sevkler ve şuursuz temayüller mecmuu olan gizli ve muğlak halita" nın ne yapacağı belli olmaz! Kadın, klasik karşıtlığın doğal/duygusal - ve aşağı!- kutbunun dört başı mamur örneğidir.
Kadın cinselliği karşısında erkeğin kendi iktidarından duyduğu bu kuşku, sömürgecinin zihninde, yabanıl ve gizemli toprakların sunduğu meydan okuma ve tehditle karışır. Böylece Afrika ile kadın bedeni sömürgeci erkeğin imgeleminde birleşir: Her ikisine de zorla girmesi ve "bekaretlerini bozması" gerekir, ama gene her ikisi de onu tuzağa düşürebilecek ve iktidarsız kılacak karanlık bir "içeri"nin bütün tehlikelerini barındırır.
"Erkeklerin kadınları boyunduruk altına alma arzusunda oldukları ama bunu yapabileceklerinden de kuşku duydukları bir dönemde, kadının cinsel organı tehdit edici bir nitelik kazanır." Fraser Harrison