Bütün Günlerin Akşamı, 20.yy başlarında Galiçya’da yaşayan bir ailenin küçük bebeklerinin ölümüyle başlıyor. Sonrasında kurgu, alternatif gerçeklerle devam ediyor. Sinemada Blind Chance, Run Lola Run gibi filmlerle aşina olduğumuza benzer şekilde, insan kaderinin aslında nasıl küçük tesadüflere bağlı olduğunu, hayatın ilerleyişinin nasıl adeta pamuk ipliğine bağlı olduğunu muhteşem bir kurguyla gösteriyor Erpenbeck. Diğer yandan da, Avrupa’nın 20.yy tarihini ve bu tarihin bireylerin hayatlarındaki yansımalarını okuyoruz: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun dağılması, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Almanya’nın bölünmesi ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasını yani nerdeyse koca bir yüzyılı anlatıyor Erpenbeck. Alternatif hikayelerin birbirine bağlanmasını ve hiçbir hikayenin bir diğerinin gölgesinde kalmamasını çok başarılı buldum. Sevilen bir insanın ölümü, evlilik, ilişkiler ve kadın olmakla ilgili de muazzam tespitleri olan yazarın şiirsel ve büyüleyici bir anlatımı var. Çok severek okudum. Utku Lomlu’nun kapak tasarımı da bence çok başarılı.