Bilginin ancak daha çok kitap okumakla artacağını veya insanların doğruyu bu kitaplar arasında mantıki kıyaslar yaparak bulabileceklerini düşünüyorlardı.
dini deliller ancak inanç sahiplerine sunulabilir. Kur'an'ın yetkinliğini kabul etmeyen birinin düşüncelerine, hemen önce Kur'an'dan bir sureyle karşı çıkmanın ne yararı olacaktır?
bir insanın sosyal kişiliğinin yansıması sayılabilecek din, kültür ve tarih birikiminin aydın tarafından ihmal edilmesi, hem onun entelektüel kişiliğini ve hem de toplumsal aidiyetini sağlayan bağlantılarını zayıflatmış olacaktır.
Aydınlardaki yüzeysellik, Türk kültüründe gerçek bir fakirleşmenin doğmasını sağlamış; aydınlar arasında içerikten yoksun, duygusal ve merhametten yoksun bir insan ilişkileri tipine yol açmıştır.
Türkiye'de "dindarlık" bir kimsenin aydın tabaka arasına girmesine çoğu kereler engel teşkil etmekte, çünkü genel Türk aydın standardına göre din, ancak geri kalmış halk yığınlarının kültürünü temsil etmektedir.
İslam kendisini bilgiyle özdeşleştirmekte, onu hedefi olduğu kadar da gerekli kılmaktadır. Bilginin elde edilmesini "ibadetle" eş görmekte ve övmektedir.
Batı’da Aydınlanma döneminin ürünü olduğunu gördüğümüz aydın, her şeyden önce “aydınlanan” bir insandır. Bunun Osmanlı toplumunda Tanzimat döneminde ortaya çıkmaya başlayan türü ise “aydınlatan”dır. Yani aydın, Batı bilgilerini bir ayna gibi kendi toplumuna yansıtma görevini kendine yüklemiştir. Bu çerçevede Batılı entelektüel sürekli bir “öğrenci” iken Osmanlı münevveri, müfredat programı ve içeriği Batı’dan aktarılan sürekli bir “öğretmen” olarak görülmektedir. (…) Bundan dolayıdır ki Türkiye’de “Aydınlanma” dönemi diye bir dönem olduğunu kabul edemiyoruz. Çünkü “Aydınlanma”, doğal bir fikir evriminin sonucu olacak yerde, 19. yüzyıl ortasında birdenbire dışarıdan gelen bir fikir aşısının ürünü olarak doğmuştur.