Atatürk, her toplumun bir kolektif vicdana sahip olduğunu belirtmiştir ve kolektif vicdanın halk tarafından açık bir şekilde ifade edilmemesinin sonucu olarak kolektif vicdanın bulunmadığı sonucuna varılmaması uyarısını yapmıştır.
"Devlet yönetimi şimdi aşırı aşkın devlet olgusu, yani keyfi yönetim manzarası görünümündeydi. Mardin'in belirttiği gibi, 'İmparatorluğun gerilemesiyle birlikte... memurlar, kendi toplumlarını yağmalayan bir kitleye dönüşmüşlerdi."
"Atatürk sivil bürokratların tamamına karşı derin bir güvensizlik duyuyordu.Bu bürokratlar 1909-1918 döneminde Jön Türk liderlerinin de, gerici ve faydasız addettiği ve olabildiğince çoğunu görevden aldığı memurlardır."
"19.yy ikinci yarısında Osmanlı'da Merkez, hâlâ Bizans imparatorluklarının 10.yy'da gerçekleştirmeye çalıştığı şeyi yapmaya çalışıyordu - nüfuzlu kimselerin, yoksulların arazilerini satın almalarını yasa ile önlemek. Bu nedenle tapu senetlerinin tescili için kurallar getirildi. Böylece; devletin hâlâ sahip olduğu arazinin yasadışı yollardan özel mülkiyete ve sonra da vakıfların mülkiyetine geçmesinin engellenmesine gayret edildi."
"Seküler ve devlet yönelimli adab geleneği yıpranmış, bu gelenekten önemli tavizler verilmeye başlanmıştı. Sivil bürokraside , ile almada akraba kayırılması başlamış ve hizmet içi eğitim yozlaşmıştı."
Osmanlı'da yerel eşraf, doğuştan ait olunan bir soylu sınıf (nobility) değildi. Söz konusu yerel eşrafın, devlet işlerinde etkin olabilecek güçlü bir aristokrasi olduğu söylenebilir mi? Bu raya kadar değinilen noktalar ışığında bu bile şüphelidir. İnalcık' ın belirtmiş olduğu gibi, yerel eşrafın arazi sahibi olması, Orta ve Doğu Avrupa'da rastlanan toprak sahipliği biçimleriyle özdeşleştirilmelerine olanak vermez çünkü söz konusu coğrafyalarda aristokrasi toprak üzerinde sadece ekonomik değil fakat aynı zamanda idari ve siyasi haklara sahipti