Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak

Ziya Gökalp

Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak Posts

You can find Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak books, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak quotes and quotes, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak authors, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak reviews and reviews on 1000Kitap.
Dil ve Din
Dil, düşüncelerin ve duyguların taşıyıcısı, geleneklerin, göreneklerin aktarıcısı olduğu için, konuşanlarını aynı özlem ve eğilimlere, aynı bilinç ve kavrayışa sahip kılar. Böylece, ortak duyguları bir olan bu bireylerin, aynı dini benimsemeye eğilimli olmaları pek doğaldır. Bundan dolayıdır ki, dil topluluklarının çoğunlukla aynı dini benimsediklerini görüyoruz. Başlangıçta kimi özel nedenler bu dinsel benzerliğe kısmen engel olsa bile, aynı dili konuşanların yavaş yavaş aynı dine girdiklerini, tarih bize gösteriyor. Mesela yeni Latinler, Katolik; Cermenler, Protestan; Slavlar, Ortodoks dinini benimsemişlerdir. Ural-Altaylılardan Moğollar, Budacı; Mançûrîler, Konfüçyüsçü; Fin-Uğorlar, Hristiyan olmuşlardır. Türkler başlangıçta bölük bölük Budacı, Manici, Mûsevi, Hristiyan olmuşken, daha sonra çoğunun İslâmlığı kabul etmesi üzerine, iki yüz bin kadar Şamancı Yakut'tan başka hepsi bu dine girmişlerdir. Yakutların İslamlığın dışında kalmaları, yurtlarının Türk dünyasından uzak olmasındandır. Bunlar, ya İslâmiyeti kabul ederek Türk kalacaklar ya da Hristiyanlığa girerek büsbütün Ruslaşacaklardır.
Sayfa 100 - Bordo Siyah Yayınevi - Baskı İstanbul 2004
Kalıplaşmış Doktrinlere İnkılâp!
Adı ister görenek ister moda olsun, ister görgü ister etiket adı verilsin, ister inanç ister "ictihad" denilsin, fıkıh maddeleri ya da hukuk yasaları olarak görülsün, kural her zaman aynı şeydir; gelişmenin süreksiz ve kararsız bir durağı sayılmayıp da donmuş ve durağan bir "nesne" sayıldığı anda cansız bir iskelet durumunu alır. Hayatın özü, yaratıcı bir gelişmedir. Gelişmeyen varlıklar cansız nesnelerdir. Kuralcılar; sonucu, neden yerine koyarlar. Kural, gelişmenin geçici bir sonucudur. Onlar bunu, gelişmenin nedeni sanırlar. Nedeni bilindiği için, artık gelişmenin tarihini incelemeye gerek görmezler. Bu anlayışta olanlar, kuralı salt bir hükümdar gibi gördükleri için, uygulamadan bir fayda çıkmadığını görünce bütün sorumluluğu zavallı kurala yükletirler. Köktenciler hemen seslerini yükselterek tutucuları susmaya zorlarlar. Yapılacak iş kolay: Eski kuralları tahttan indirip yerlerine yenilerini geçirmek. Ama bunların egemenliği de çok sürmez: çünkü uygulamada yine terslikler görülmeye başlar. Bu kez alışkanlıkların yanlıları başlarını doğrultur ve taklitçileri ortadan kaybolmaya çağırır.
Sayfa 40 - Bordo Siyah Yayınevi - Baskı İstanbul 2004
Reklam
Türklüğün Unutulmuş Medeni Vasfı
Edebiyatımızın kaynaklarını bir yandan taşlara kazınmış olan yazılarda, ceylân derilerinde; öte yandan da halkın koşmalarında, masallarında, destanlarında aramalıyız. Ulusal ölçümüz parmak (Hece ölçüsü) usûlüdür. Ulusal dilimiz, yalnız Türk dilbilgisine bağlı olandır. Ulusal edebiyatımız konularını, ödünçleme zeminlerini Türk hayatından, Türk toplumsal yapısından, Türk mitologyasından, Türk menkıbelerinden almalı; dilimizden yabancı tamlamaları, şiirimizden yabancı ölçüleri, edebiyatımızdan yabancı anıştırmaları atmalıyız. Dil ve edebiyatımıza geleneğin kaynağından başlarsak, uğradıkları geçici istilaların sonradan ortaya çıkmış ve sağlıksız dönemler olduğunu anlayacağız. Türk hukukunun tarihini; töreleri, yasaları, tüzükleri inceleyerek diriltmeliyiz. Türk mimarlığı, Türk ressamlığı, ümmet döneminin binalarında ve yazılarında aransa bile, Türk müziği de ulusal şiir ve edebiyatımız gibi, halkın sözlü geleneklerinde aranmalıdır. Türklüğün sözcüklerde, mesellerde (Dil öğeleri), masallarda, destanlarda izleri kalmış bir ulusal ülküsü vardır ki, bunu bu dağınık kalıntılar arasından bulup çıkarmak ve bunda bulunan kavimsel "tarih öncesi"ni keşfetmek, en büyük görevimizdir.
Sayfa 43 - Bordo Siyah Yayınevi - Baskı İstanbul 2004
Ulusçuluk silâhının, bundan böyle ancak İslâmların lehinde kullanılabileceğini söylemiştik. Çünkü ulusallık düşüncesi, bağımlı bir kavmin bağımlılıktan kurtulması için kullanılan bir silâhtır. Artık İslâm hükümetlerinin yönetimi altında Müslüman olmayan kavimler kalmadı. Oysa, bu gün Müslüman kavimlerin çoğu bağımlı ve tutsaktır. İslâm kavimler arasında ise egemenlik ve bağımlılık bağları olmadığı için ulusçuluk düşüncesi İslâmlar arasında ayrılığa yol açmaz; tam tersine, ulusçuluk düşüncesi güçlendikçe, İslâm ümmetçiliği düşüncesi de o oranda kültürleneceği için, var olan kültürü sağlamrlaştıracaktır.
Türkçülerin ulusçuluk ülküsü, Türklükse; ümmet ülküsü de, İslâmlıktır. Bence Türkçülerin ayrıca bir ümmet programları da olmalı ve başlıca esasları da şunlar bulunmalıdır: 1. Bütün İslâm kavimleri arasında ortak olan Arap harflerini değiştirmeksizin korumak; 2. Bütün İslâm kavimlerinde bilim terimlerinin ortak duruma getirilmesi için, İslâm ümmeti arasında terim kurultayları yaptırmak ve terimleri Türkçe'den, Arapça'dan ve kısmen de Farsça'dan yapmak (Bu amacın gerçekleşmesi için Paris'te Türk, Mısırlı, Hintli ve İranlı öğrenciler arasında bir düşünce birliği ortaya çıkmıştır); 3. Bütün İslâm kavimlerinde ortak bir eğitimin kurulması için eğitim kurultayları yaptırtmak; 4. Bütün İslâm kavimlerinin cemaat örgütleri arasında sürekli bir bağlantı kurmak; 5. İslâm ümmetinin simgesi olan “hilâl”in kutsallığını korumak. Bu ilkelerden anlaşılıyor ki Türkçülük, aynı zamanda İslâmcılıktır.. Yalnız Türkçüler, İslâm ümmetçisi olarak kendilerini “İslâm milliyetçileri”nden ayırt ederler.
Kimileri Osmanlı kavimlerinin hepsinde ulusçuluk duygusunu doğal ve haklı gördükleri hâlde, bundan yalnız Türkleri dışta tutuyorlar; diyorlar ki, “Türkler egemen konumunda bulundukları için ulusal hakların hepsi zâten onlarındır; ulusçuluk duygusuyla yeniden kazanılacak, ellerinden zorla alınmış olan çıkarları yoktur.” Bu kimseler, “Osmanlı devleti bir Türk devletidir,” demiş olsalardı, bu karşı çıkışları belki haklı olurdu. Oysa bu devletin “Osmanlı” adı altında uyruklararası bir hükümetle yönetildiğine inanmaktadırlar. Bu devlet bir Türk anayasasıyla idare edilmediği için, Türklerin siyasal bakımdan öteki kavimlerden hiç bir farkı yoktur. O hâlde, öteki kavimler gibi Türklerin de ulusal bir bilince, ulusal (bir) örgüte ihtiyaçları olduğunu inkâr etmemek gerekir.
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.