Malumdur ki; müverrihliğin en büyük şartı, bîtaraf olmak, kendi zamanını kendi milliyetini ve bunlardan mülhem his ve fikirleri muvakkaten bir tarafa bırakacak kadar bitaraf olmaktadır. İnsan ancak böyle bir bîtaraflıkla vekâyi-i mâziyeyi tetkik ederse hakikati görebilir. Aksi halde ise, azim hatalara düşebilir. Çünkü hâdisat-ı tarihiyenin lisanı yoktur. Kuvve-i mukavemeti mufkuttur. İnsan onları istediği tarafa sevkedebilir, istediği şeyin ispatında kullanabilir. Hatta bunları ayni kaziyenin hem lehine hem aleyhine kullanmağa imkân vardır. Onun için bu babta pek ziyade dikkatle hareket etmek ve beynelavam denildiği vechile « kılı kırk yararak » tetkikatta bulunmak lâzımdır.
İşleyen demir ışıldar derler. Doğrudur. İnsan çalışma ve idman ile hemen her şey olur. Şu, bu olmak, mesela hatip olmak isteyen olamam diye me'yus olmasın. İdman ile olur. Vâkia hatiplik hak vergisidir Ama böylesi de çalışmazsa iyi hatip olamaz. Kendisinde hak vergisi olmayan da çalışma ile fevkalâde hatip olamazsa da sayılı hatiplerden olur. Eski Yunan'ın en meşhur hatibi Demosten kekeme imiş. Nutuk söylemek istemiş, söyleyememiş, rezil olup forumdan çekilmiş. Sonra idmana başlamış. Deniz kenarlarına gider dalgalara nutuk söylermiş. Ağzına çakıllar alır, bir şeyler söyler ve yaparmış. Nihâyet en iyi hatip olmuş, o vakit Yunanistan'ı zaptetmek isteyen Makedonya Kralı İkinci Filip aleyhine meşhur nutuklar söylemiştir ki; bunlar el'ân « filipik » adıyla meşhurdur .
Bir insan kendisini bilebilir; fakat bazı şeylerini kendi bilemez. Bunları başkaları görür. Bu sebeple ben kendimi ıslâh için kusurlarımı daima başkalarından sorarım. Bu iyi bir usuldür: Tavsiye ederim. Ancak sorulacak adamlar zeki olup epey gören ve bir de garez ve ivazdan âri olanlar olmalıdır. Yoksa insanı yanlış yola sevk ederler. Hem de birine en iyi dost ve hattâ en namuslu bir adam da olsa kusurunuzu söylemeyiniz. Birgün onu aleyhinize kullanır. Benim bunun aksine bir tabiatım vardır: Daima kendi kusurumu itiraf etmişimdir. Bu halimi islâh edemedim. Buna mukabil başka huyum vardı. Her kesin kusurunu derhal yüzüne vururdum. Yanımda bir kusur yapıldı mı, biri cehalet yaptı mı derhal tashih ederdim. Böyleleri insana hürmet ve riayet etmeye mecbur oluyorlar bazan da düşman oluyor. Sonra bu huyum şöyle oldu: Kim senin kusurunu yüzüne vurmaz oldum. Bazan bir mânalı bakışla bile bakmaktan kendimi men ettim. Sevdiğim ve yetişmesi me'mûl biri olursa onun kusurlarını kendisine sölerim. Namussuz olup da sevmezsem bu sevmediklerimin kusurlarını aslâ söylemezdim. Sorsalar bile söylemezdim. Sebebi: Kusurunu bilmediği şeyi öğrenir, tekemmül eder diyedir. Böyleleri hatâlı kalsın daha iyi, Tekemmül ederlerse mazarratları da, şerleri de mükemmel oluyor.
24 Mart 1948 tarihli Dr. Ziya Göğem'e yazdığı mektubunda, Bediüzzaman Said Nursî hakkındaki düşüncelerini de şu şekilde dile getirmektedir:
« ... Bediüzzaman Vanlıdır, vaktiyle Muş mebusluğu yapmıştır. Birinci Cihan Harbi'nde bir kürt alayma kumanda ederek Ruslar'la muharebe etmiş, yaralanmış, esir düşmüş. Fitraten zeki, eski medrese tahsilini oniki sene yerine üç se nede ikmal etmiştir. Dinî malûmatı gayet geniştir. Londra'da Anglikan Kilisesi'nin suallerine cevap vermiştir. Gayet müttaki, zâhid, âbid, mücâhid, fevkalâde cesâret-i medeniyye sahibi bir zattır. Riyâzet-i bedeniye ile ,ibâdetle, dinî risâleler yazmakla, irşadatla ömrünü geçirir