Bu eseri beğenmem hakkında bir sürü düşünce yazabilirim aslında. Kitabın son sayfalarına(hatta her bölüm sonlarına ayrı notlar aldım) yazdıklarımı temize çekebilirim ama hazır hissedemedim. Modernleşen toplumdaki Japon sanatçılara dair olan ilgim İshiguro sonrası Dazai ile devam etmişti ve şimdi Soseki ile zirveye ulaşmış hissediyorum. Okuduğum her sayfada görüntüyü hissettim zihnimin köşelerinde ama aktaramam. Bir görüntüyü dile dökmek, ressamımızın söylediği gibi zor. Kendisinin zihnine bakmak istemedim, onun renklerin ahengine nasıl bir bakışla baktığını bilmek istedim. Kendisi de bu görüntüleri dile aktarmakta zorlandığı için bu kadar betimleme vardı belki de. Biri bana bu kitabı sorarsa anlatamam çünkü görüntülerden ibaret zihnimde. Naif bir esinti gibi geziniyor alnımın ortasında. Modernleşen topluma trenlere bindirilip naklediliyoruz, evet haklıydı Soseki. Kendi çitlerimiz içinde özgür olduğumuz söyleniyor ama çitlerin dışına çıkmamız yasak, yine haklıydı Soseki. Bu dünyadaki sınırlılıkları görüp bunlara dair bir endişe duyabilmek adına cahil olmamak değil, sanatçı bir ruha sahip olmak gerektiğini hissettim bu eser ile beraber. Sanatçı, dünyayı olabildiğince sade görmeli. Sağduyu, mantık çerçevesini bırakıp doğanın onu götürdüğü yerlere bakabilmeli. Bunun için de o çitlerin üstünden atlamalı. Sonra da diğer çitleri geçebilmeli. Kolay değil. Ruhuma oldukça dokunan bir eser oldu. Bittiği zaman daha net hissettim. İçim de bir sürü dağ, deniz, çiçek manzarası var. Biraz da trenlerin siyah dumanı karıştı ama birazdan kayığa geri binip dağlara yol alacağım.