Ülkesini Arayan Gelecek

Ercan Yıldırım

Ülkesini Arayan Gelecek Quotes

You can find Ülkesini Arayan Gelecek quotes, Ülkesini Arayan Gelecek book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Türkiye’de kamplar arasında, verili Kemalistlerde özellikle ötekini Haçlı gibi gören tutum etkisini hâlâ ilk günkü gibi sürdürüyor. Kendini “kurtarıcı” gören, İstiklal Harbi’ni yalnız kendisinin verdiğini zanneden bu kesim başkalarını, hususen dindar-İslâmcı-komünist yönelimleri iç tehdit skalasına yerleştirip MGK gündeminde “zararlı örgütler” sınıfına dâhil eder. İktidar değişse de bu “devlet kararı” varlığım sürdürür; geride sürekli çatışma kalır, 1. Meclis’i esas alıp Türkiye İslâm devleti olarak kuruldu diyenlerle, burası çağdaş-laik Atatürk Cumhuriyeti tasiiyeciliği arasında geçer tüm gündemimiz, fikir hayatımız, ekopolitiğimiz... bu kör tartışma küresel sistemi yıpratacak adımlar atamadığı gibi millet bağını yorar, çözmeye kadar götürür. Üç tarz-ı siyaset bu topraklarda fikir tekelini eline almış görünüyor; “akredite üç siyaset tarzı” dışındaki yeni yönelimler anında “düşman” kodlamasına girer. Kemalist Cumhuriyet idaresi dini-etnik-sınıfsal “aşırılık”lardan, aşırı akımlardan korkar bu manada mesela Millî Görüş bile zararlı akımlar kategorisinde görülür.
Türkiye'nin düşünce ve siyasal meseleleri merkez-çevre, dindar-laik çerçevesinde kısır döngüde devam ediyor. Belki de en kötüsü, en ciddiye alınması gerekeni, l960’larda çokça zikredilen “geri kalmışlığı yenme” iştiyakı, formülleri, çıkış arayışları bugün yerini neoliberal varlığı kabullenmeye, bu sistem içinde “gemiyi kurtarmaya" odaklanmış durumda; tarz-ı hayat tartışmaları ise meselenin asli yönünü örtüyor. Örttüğü gibi bu girdabı eleştirenler sert şekilde yıkıcılık veya bölücülükle itham ediliyor. Bağnazlık ideolojiler döneminin bir sorunu değildir, kampların katı kuralları bağnazlığı, doğmatik karakteri övgü-sövgü, sev ya da terk et, benden değilsen düşmansın kodlamaları fikir hayatının millet hayatına genişlemesini engellediği gibi soğumayı, dışarı çıkmayı, güvenli liman arayışını... özetle konformizmi güçlendirir. Bu ülkede konformizm her kesimden insanın “çatı ideolojisi'î değeri durumunda.
Reklam
Müslümanlar olarak bizler Rabbiyle akdimizi günde beş kez yapabildiğimiz, beş vakit sil baştan diyebildiğimiz, seher vaktinden gecenin zifiri karanlığına kadar beş kez tefekkür edebildiğimiz kadarıyla Müslümanız... Her vaktimiz bir tövbe, her rekâtımız bir muhasebe, her secdemiz bir tefekkür işaretidir. Sil baştan diyebilmenin, tövbe etmenin,yeniden başlamanın vakti olmaz. Müslüman tövbe edebilen, yeniden başlamayı bilendir... ama aynı zamanda tövbe etmeyi gerektirecek davranışları terk edendir!
Müslümanların Batıdan, Avrupa’nın İslâm ve Türklerden korkmasının en büyük sebebi dinleriyle birlikte hayat tarzlarının değiştirilmesi kaygısıdır. Batılılar bizi bizden iyi tanıdıkları için medeniyetlerini yeni baştan ele alabilmişti; Türkler de Batı dışı bir hayatı ikame ederken Kur’an ve Sünnette sıkça vurgulanan “kâfirlere benzememe” tutumunu şiar edinmişti. Avrupalılar Türkler için “bize benzememek için geri geri yürüyebilirler" der. Müslümanlar, Hıristiyan ve öteki dinlerin adetlerinden ne kadar uzakta kalırlarsa o kadar Müslüman olacaklarıni itikat düzeyine yükseltmiştir. Avrupalıların Türk ve İslâm korkusunun arka planında namaz, abdest gibi ibadetler ve ritüelleri, dine göre yaşanan hayat ve vakit, yerde yemek, dua etme tarzı, domuz yememe, alkolden uzak durma, ayakkabı çıkarma, tuvalette erkeklerin her hâlükârda oturması, bağdaş kurma, sünnet, hayvan kesim usulü, vaftiz olmama hatta gömleği pantolon üstüne çıkarma bile gösterilir. Batılıların gündelik hayat korkusu, Türklere ve Müslümanlara benzeme kaygısı son 200 yılda tersine dönerek Müslümanların kâfirlere benzeme endişesine bıraktı. Modern hayat tarzı, küresel kültür sadece Müslüman-kâfir hayat tarzını birbirine benzetmedi aynı zamanda dünyadaki tüm kültürleri aynılaştırdı. Cumhuriyet’ in ilk yıllarında İslâm’ı reforme tabi tutmak isteyenler Hıristiyanların ontolojik gördükleri ritüelleri çan,kilisede sıra, org çalmayı camilere taşımayı tartışmışlardı.
Sade yaşamak, sade düşünmektir aynı zamanda. Neoliberalizm görece tüketime dayalı zenginleşme paranoyası yayarak varlığını sağlamlaştırırken bizlere denge kaybı yaşatıyor. Erdemlerden bir mutluluk kulesi inşa etmek yerine, huzuru, Reina saldırganının rahat rahat saklanabildiği güvenlildi sitelerde arıyor, onları vadediyoruz. Müslümana has asaletten kaçarak kendi güvenliğimizi arıyoruz oysa ki. Kaçtığımız geçmişimiz, kaçtığımız bizi biz kılan İslâm... Büyük, ihtişamlı, görkemli sanrılarımızın içinde ne kadar küçüldüğümüzü, yok olduğumuzu, vakarımızın sahnelerde nasıl pespaye duruma düştüğünü düşünmenin vakti geldi! Beka kaygısından da, İstiklal Harbi vermekten de devasa kuleler dikerek, gururdan ve kapitalizmden kurulu muhteşem yalnızlıklar kurarak kurtulamayız; baki olan İslâm’ın. baki müstevlilerine dönüşmek; bir ihtiyarın secdeye giden yerlerinin tüyleri dökülmüş pöstekisiyle mümkündür ancak!
Modernistlerin bize dikte ettiği gibi zühd bir kenarda oturup tembel tembel yaşamak değildir, bizi Allah’tan uzaklaştıran her şeye mesafe koymaktır zühd. Tekkede çorba kaynar, gelen geçen içer, kim olduğu sorulmaz; bugün tasavvufun mirasyedi kurumlarına gıttığınizde üye değilsenız kapıdan içerı giremezsiniz.' Tasawuf hâl’dir, yaşanır, süreklidir, pratiktir. Akıl ve naklin ötesinde hakikati keşf yoluyla elde edebilmenin, kimsenin masum olmadığının, kinden, hasetten, nefretten uzaklaşıp iyilik ve güzellik peşine düşmenin, ahlakçılık oynamadan huyları mutlaklaştımadan yaşamanın, ıstırabı ruhta görüp, ruhi doyuma ulaşmanın yanı bugünün terapistlerinin deyimiyle kendiyle barışık yaşamının, dünya ihtimalini aradan çıkardığı için özgürleşmenin adıdır.
Reklam
" Anadolu’nun ve Balkanların İslâmlaşması büyük oranda kolonizatör Türk dervişlerinin marifetiyle gerçekleşti. Anadolu fetih, imar ve inşa edilirken tasavvuf, tarikatlar hayati bir rol oynadı. Tasavvufun bilindiğinin aksine gayri Müslimlerin Müslüman edilmesiyle ilgisi son derece kısıtlıdır. Esasında tasavvuf çok farklı boydan, ırktan, obadan Müslümam Anadolu’da millet kılmayı başarabilen en önemli amildir. Tasavvuf Anadolu gibi mümbit topraklara hücum eden kitlelerin kendi kişisel hırslarını, şahsi ikbal ve hesaplarını, mensubu oldukları boyu yüceltme gayretlerini kırarak millet hayatına dâhil etmeyi başardı. Önce biz, önce milletimiz, önce dinimiz demeyi tasavvufun önce gönülleri fethetme ilkesiyle sağladık. Yunus Emre’nin şiirleri Anadolu'nun İslâmlaşması sürecini en iyi anlatan, millet olmayı, müşterek hislerle hareket edebilmeyi, kişisel, nefsani her türlü isteği millet iradesinde eritebilmeyi mükemmelen anlatır. Yunus şiirlerinde gönül yapmaktan da bahseder, gönül yıkınca kıldığın namazın namaz olmadığından da, namaz kılmadan Müslüman olmanın 'ımkânsızlığından da komplekse düşmeden, çekinmeden, hakkı örtmeden açıkça yazar. Tasavvuf, nefsani, maddi her türlü değer karşısında geri durabilme iradesi bize bir man, bir millet; Türkiye ve Türk milleti hediye etti.
Oğlum Ali Tahir ile haberleri izliyorduk. Sakallı yaşlı bir adamı zabıtalar evire çevire döverken tatlıcı tezgâhını da elinden almaya çalışıyorlardı. Kötü oldum, Ali Tahir daha da kötü oldu, korktu çocuk. Bana dönerek, baba dedi, bu adamı dövenler Müslüman mı? Müslümandır oğlum, diye izah ederken “niye dövüyorlar” peki sorusunu da kement gibi fırlatıverdi... tatlı sattığı için dövüldüğünü öğrenince de yine şaşkın şaşkın “ama tatlı satmak kötü bir şey değil ki deyiverdi. İslâm bir çocuğun dünyayı daha tanımamış dimağında olgunlaşandır. Rabbiyle ahdini yeniledikten sonra yeryüzüne düşen yağmurdadır İslâm! Yaşlı bir adama, mazluma, garibana... hatta tek kişiye dört beş kişinin saldırması bizim ne vicdanımızda ne kültürümüzde var. Çocuk tatlı satmanın suç sayılmasına, evine ekmek götürmekteki kutsiyet nedeniyle şaşkın. Sistem, kapitalizmin usullerini benimsemeden bu ülkede helal lokma yiyeni döver! Dünyayı tanımanın bize öğretilen yaşama kalıplarını içselleştirmenin imanla doğrudan bir yakınlığı bulunur. İslâm teslimiyeti yalnız yaratıcıya münhasır kılarken bizler teslimiyeti bu dünyaya has görürüz. Dünya sistemi neoliberal dönemde işleyen düzenin kriz çıkarmaması, medeniyet bahsinde bizim de varlığımızın tanınması için biz Müslümanlara kapitalizmin ucundan biraz da bizim tutmamızı istedi. Teklifi geri çevirmedik...
İslâm birlik dinidir; Müslüman “Tevhid"i ikame edendir. Tevhid Allah'ın birliği yanında varlığın, var olanların Allah’tan geldiğini, Allah’a döneceğini ifade eder, hiçbir yaratılmış mutlak değildir... Aslolan yaratıcimizdır! Müslümanlar olarak bu tevhidi dünyada küfre karşı göstermek mümkün mü, elbette... Müslümanların dünya hayatında küfrü gündemlerinden çıkarması, küfre karşı bir ve beraber olması İslâm’ın varoluş gerekçesidir. Bugün dünyada İslâm âlemi ne itikadi ne siyasi ne zihnî olarak “birlik’ kavramını içselleştirebilmiş durumda. Varsa yoksa ayrılıktan dem vuruyoruz! Insanları aynı hedef, aynı inanç, aynı değerler etrafında bir araya getirmek o derece zor, o kadar meşakkatli ki, hele mesele gelip dünya nimetlerine dayandığında anında küfrü bile sahiplenecek durumda görünüyor Müslümanların pek çoğu...
Birinci Meclis’te, Mustafa Kemal’in kurduğu hükümet ulus devlet vasfına haiz değil; hükümet programının ilk maddeleri hilafet ve saltanatın kurtarılmasına dayanıyor! Fakat 1924 yılındaki İkinci Meclis, Takriri Sükün akabindeki yeni fiili durum, Türkiye’nin kodlarını Birinci Meclis’ten farklı biçimde yeniden yazdı. Birinci Meclis’teki ilk hükümetin öncelikleri arasında halkın temel ihtiyaçlarını o zaviyeden bakarak ve kurumları ikame ederek karşılamak var; yasa, ahlak ve ilkeler daha öncelikli! Sözleşmeye, İstiklal Marşı'nın çerçevesini çizdiği mutabakata bağlılık yüksekken Türkiye’nin kodlarına korsan yazılım yüklendiği yıllarda “istisna hukuku” daha keyfi işletiliyor. En kötüsü Takriri Sükün sonrasında temellendirilen Türkiye’nin kodları neoliberal iktisatla yerinden edilmeye başladı.
18 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.