Avuçlar böyle mi terlermiş Allahım, böyle mi istekli kalkarmış duaya, hep istenen aslında ilk kez isteniyormuş, çok isteniyormuş, coşkuyla, hasretle, arzuyla isteniyormuş gibi. Dalga dalga, çiçek çiçek, yeşil kırlar, yüksek doruklar gibi. Kalbim: kayalara, ağaçlara, insanlara çarpa çarpa, kırıla kırıla, ufala ufala akan bir nehir; şeffaf pürüzsüz, hassas bir cam bardağı, hep yarım, hep kırık bir cam bardağı ılık ılık doldurur, durmaksızın doldurur gibi de mi atarmış? Hiç yolundan çıkmadan, hiç taşmadan, hiç incinmeden.
Melahat Teyzeye,avını arayan zehirli dili seyrek,pis dişlerinin arasından yılan gibi gezinen Melahat Teyzeye düşüyor
ayaklarımın hayalî; aceleyle kapının önünde çıkarıp bırakıyorum ayakkabılarımı, uslanmışım -oysa hep usluymuşum ,ayakları kırılasıca değilmişim - bir prenses tacı gibi tutup ayakkabılarımı dolabıma yerleştiyorum düzenlice...
Şimdi ürküyorum her şeyden .Babamın elini hiddetle kaldıramamasından,annemin büyüyen, yaşlanan bir kambur olmasından,gittikçe eskiyip sökülen hırkamdan. En çok da denizden.
Annesi olsaydı,”Yeme şu avurtlarını,"der ,kesin eline vururdu çocuğun.“Yapma anne,bir şey olmaz," derdi ve gülümserdi. “Kendime zarar vermesem, başkalarına zarar veririm," diyecek olur,susardı.
'Yapma!'dedi bir ses.O kadar.İtilmiş, silinmiş, burkulmuş bir ses.Titreyerek baktım gözlerine, bütün gizlerin çeperleri dağıldı;dibi sığ ela bir kuyuda durmaksızın aksettim.