Ali Ayçil'in denemelerini okurken nedense hep bir hikâye okuyormuş hissine kapılıyorum. Denemelerine konu olan şeyler hep küçük kentler ve 'yaşayan' insan hikayeleri çünkü. Çocukluğumuzun mahalleleri vardır bilirsiniz; 'sağlam' arkadaşlarla paylaşılan, kir pas içinde, soluk soluğa terli, oyun sırasında ne açlık ne de susuzluk hissedilmeyen ve ancak akşam ezanı okunduğunda sığınılacak bir kale olduğu hatırlanan evleri bulunan. Çoğu müstakil, bahçe içinde ve bahçesinde mutlaka en az bir ağacı bulunan, genişçe bir avludan geçerek mutfağa ulaşılan, mutfaktan yayılan çorba kokusunun sizi annenizden önce karşıladığı, sofraya oturmak için işçi babanın eve dönmesi beklenilen, şartların zor, çetin ama her şeye rağmen hayatın güzel, yaşamanın anlamlı olduğu mahalleler... Işte o mahallelerde büyüyen çocuklar sıklıkla bu zamana ayak uyduramıyor, bağ kuramıyor, ait olamıyor. Içlerinde bir yara gibi taşıyorlar geçmişlerini ve günlerin telaşına asılı yaşları dinmiyor. Usta, onlardan biri.
Kitap sıkça bir yerden gidememenin, bir insandan gidememenin, en çok da kendinden gidememenin hüznü ve çabanın yorgunluğundan dem vuruyor.
Evet, kitabın bir derdi var ve usta konuşmak istiyor. Belki dinlemek, duymak istersiniz. Gönülden tavsiyemdir.
Işık ve aşkla...❤