“İnsan bir yerde çalışıp oraya katkıda bulunabilir, ama bütün bunların sonunda” –omuzlarını silkip dalgın dalgın gülümsedi–
“hepsinin sonunda yine de büyüdüğü yere dönmek istiyor.”
...
"Sizin zamanınızda Japonya’da çocuklara korkunç şeyler öğretiliyordu. En zarar verici yalanlar öğretiliyordu. En kötüsü, görmemeleri, soru sormamaları öğretiliyordu.
İşte bu yüzden ülke, tarihinin en kötü felaketine sürüklendi.”
...
"Çocuklarıyla, sefil kocalarıyla uğraşmaktan başka bir şey yapmayan o kadar çok kadın var ki, hepsi de oldukça mutsuzlar. Ama cesaretlerini toplayıp da bunu değiştirecek bir şey de yapmıyorlar. Yaşamlarının sonuna kadar bu böyle sürüp gidiyor.”
...
Yıllar geçtikçe aşçılığın değerini daha iyi anladım. Bu bir sanat, buna inandım, resim ya da şiir kadar soylu. Yalnızca ürün çok kısa sürede ortadan yok olduğu için değeri verilmiyor.
...
Soğuk bir insan görünümü vermek gibi bir niyetim yok, ama başka türlü olmak için hiçbir özel çaba göstermediğim de doğru sayılırdı. Çünkü yaşamımın o noktasında hâlâ yalnız kalmak istiyordum.
...
Bizler kendimizi, doğru niteliklerin kuşaktan kuşağa aktarılmasını, çocukların ülkelerine ve vatanlarına karşı doğru bir tutum edinmelerini sağlamaya adadık. Bir zamanlar Japonya'da bizleri birbirine bağlayan bir ruh vardı. Bugün genç bir çocuk olmak nasıl bir şeydir, düşün bir kere. Okulda hiçbir değer öğretilmiyor - yalnızca yaşamdan ne istiyorsa onu bencilce istemesi gerektiği dışında. Eve döndüğünde annesi ile babasını, annesi babasının istediği partiye oy vermeyi kabul etmediği için kavga ederlerken buluyor. Ne biçim bir şey bu?