Siz hiç, bir insanın kurşuna dizilmesini gördünüz mü? Elbette ki hayır, öyle infazlarda ancak davetliler hazır bulunur, bunlar da önceden seçilmiş kimselerdir. Sizler hep basılı resimlerdekilerden, kitaplardakinden ötesini bilmezsiniz. Gözbağı, bir direk ve uzakta askerler. . . Hepsi bu kadar değil işte ! Kurşuna dizme müfrezesinin mahkumdan ancak bir buçuk metre ötede durduğunu bilir misiniz? Bilir misiniz ki mahkum ileriye iki adım atacak olsa tüfekler göğsüne dayanacaktır !
Bilir misiniz ki bu kısa mesafeden ateş edenler atışlarını kalb bölgesine çevirirler, ve hepsi birden koca koca kurşunlariyle oraya ateş edince insanın, yumruğunu içine sokabileceği bir delik açılır? Hayır, bilemezsiniz, çünkü bunlar kimsenin sözünü etmediği küçük ayrıntılardır. İnsanların uykuları vebalıların hayatından daha kutsaldır. Bu mert insanların uykularına engel olmamalı!
İnsanlar, erdem veya kusur denilen şeylerin ne demek olduğunu hiçbir suretle bilmiyorlardı, oysa en ıslah edilmez kusur, her şeyi bildiğini sanmaktan doğan ve insanları öldürmek için kendin de hak gören bir bilgisizlikten gelenidir.
Bir çeşit mahpusluğu başka çeşit bir mahpuslukla düşünmek, gerçekte var olan her hangi bir şeyi gerçekte var olmayan bir şeyle düşünmek kadar akla yakındır.
DANIEL DE FOE
Beni pandemi yasaklarına ve 6 Şubat Maraş depremi sonrasında yaşanılanlara götürdü. Veba gibi bir salgının estirdiği rüzgar ve insanların ruh halleri.. Kimi mücadeleci yardım derdinde kimi oyunbozan kimi kendi derdinde.. insan işte her yerde her olayda değişik değişik haller hepsi insana mahsus. Felaketin ismi değişiyor ama insanın yaptıkları değişmiyor. Bu kitap bana bunu bir daha hatırlattı. Okumak zevkliydi.
Bir insanın ölümünün bir sineğin ölümünden farksız olduğu bir çılgınlık dünyasında yaşadığımız; bu hesaplı vahşetler ve ölçülü delilikleri; insanda korkunç bir hürriyet isteği duyuran bu hapsedilişi; ölümün öldüremediklerinin üzerine sinen kokusunu, nihayet her gün bir kısmının fırın ağızlarında yığın yığın birikip yağlı dumanlar halinde havaya karıştıkları, başkalarının ise sıralarının gelmesini bekledikleri, serseme dönmüş bir topluluk olduğumuzu, gözle görülen bu gerçeklere rağmen inkar etmek istiyorlardı.
Felaket karşısında bir kere daha, bir şey yapamadan, silahsız ve yardımsız, kalbi ıstırapla dolu, elleri bomboş beklemekten başka bir şey beceremiyordu.