“Ne kadar anlatsam yüreğimdeki yarayı göremezsin, isyanımı anlayamazsın. Arkadaşlarımın donarak öldüğü, aç kurtlara ve Ermeni çetelere yem olduğu o seferden beri, beni acıtan bambaşka bir şeydir Mehpare. Vatan için donaydık, vatan için öleydik gam yemeyecektim. Bizler, o karlı dağlara tırmandık, bilir misin? Ruslarla savaşan Almanların hatırı için. Rus kuvvetlerini peşimize düşürelim de Alman askerleri rahatlasın diye bir Şark cephesi açması için baskı yapıldı Osmanlı’ya. Enver delisi sürdü bizleri beyaz cehenneme, doksan bin genç adamı, gözünü kırpmadan sürdü dağlara. Arap çöllerinden gelenler üzerlerinde incecik kumaştan üniformalarla, bizler ayağımızda kösele postallarla karın üzerinde günlerce yürüdük. Rüzgârda buzdan kalıplara dönmüş kaputlarımızın içinde, kollarımızı kıpırdatamıyorduk. Buz tabutlara konmuş gibiydik. Eldivenlerimizin içinde, parmaklarımız önce üşüdü, sonra yandı acıdan, daha sonra hissizleşip dondu. Dövüşmeden, bir kurşun atmadan teker teker dondurdu bizi. Öldürdü bizi Enver”
“Ben Sarıkamış'ta savaşırken böbreğimi zedeledim, ciğerlerimi üşüttüm. Her gün bir sürü ilaç almaya mecburum, arkadaşlar. Sıhhatli olmazsam sizlere pek faydam dokunmaz," dedi Kemal. Sarıkamış'ta bulunmuş olması, etrafindakilerin üzerinde bir üstünlük ve saygınlık sağlamasına neden oldu.
“Sarıkamış'ta mı çarpıştın?" diye sordu Dramalı.
“Çarpışmaya pek vakit bulamadan donduk kaldık maalesef." “Herkes donarken sen nasıl sağ dönebildin lan?"
“Allah defterimi dürmek istememiş. Önce esir düştük, sonra da döndük işte."