Kierkegaard, Wittgenstein ve Russell en sevdiğim ama okurken de en zorlandığım filozoflardır. Eserleriyle beraber hayat hikayelerinden de çok şey öğrenmişimdir. Ama karakter olarak her zaman kendimi Kierkagaard ile özleştiririm.
Yıllar önce "Ya/Ya da" okumaya çalıştığımda kitabın ortalarına geldiğimde boğulup bir kenara fırlatmıştım. Henüz doğru zaman değildi. Yıllar sonra 32 yaşıma geldiğimde bir kez daha elime aldım. Belki de bugüne kadar okurken en zorlandığım kitapların başında gelir. Kierkagaard bu kitabı müstear adla yayınladığında 30 yaşındaydı. Düşünebiliyor musunuz? Kendi içinde yaşadığı buhranları, nişanlısıyla nihayete erdiremediği ilişkiyi, evliliğe olan tavrını, toplumun evliliğe bakış açısını, yalnızlığını tarihin en uzun mektuplarını yazarak anlatmaya çalışıyor. Belki de 100 sayda anlatabileceği meramını tam 973 sayfada anlatıyor. Bu yüzden de okurken bazen boğuluyorsunuz, bazen uykuya dalıyorsunuz.
Kitabın ilk yüz sayfası inanılmaz derecede akıcı ve altı çizeceğiniz onlarca cümle barındırıyor. Sonrasında ise Mozart'ın Don Giovanni'sini değerlendiren yaklaşık üç yüz sayfa ile duvarları yumruklama seviyesine gelebiliyorsunuz. 973 sayfayı okumaya nasıl katlanabildim diye soracak olursanız, bazen öyle bir cümle kuruyor ki ifade edemediğim gerçekleri su yüzüne çıkarıyor. Zaten demiyor mu ki: "Yaşam çözülmesi gereken bir sorun değil ancak deneyimlenmesi gereken gerçekliktir."
Yaşım ilerledikçe Kierkagaard'ı daha iyi anlıyorum ve bu anlama yolculuğunun henüz yeni başladığının farkındayım. Dilerim bu hayat yolculuğum onun kadar yalnız sonuçlanmaz.