— Sen beni bilirsin Mıstık, dedi. Ben kimsede bir şeyimi bırakmam. Ver şu çakmağı...
— Almadım vallahi!
— Ey, sen almadın, ben de almadım; ecinniler mi gelip aldı?
— Bilmem.
— Ben senden bu çakmağı çıkarırım.
— Anlamadım ki, ne çıkaracaksın...
İboş, mahkemeye müracaatla dava edeceğini söyledi. Hiddetle kasabaya doğru giden yola çıktı. Halbuki Mıstık çakmağı çalmıştı.
İçinden: "Görmeden aldım. Şahit yok, sepet yok. Bir yemin değil mi? Ederim." dedi. Dışından —bir dakika evvel o kadar tatlı tatlı muhabbet ettiği arkadaşına— acı acı haykırdı:
— Haydi beraber gidelim, ben de senden namus davası edeceğim!
— Haydi gel!..
Vücudum, zihnim yorgun... Düşünemiyorum. Bulunduğum yer, varlığım, şimdi bana yanlış bir hayal, korkunç bir serap, karanlık bir kâbus gibi geliyor. Adlandırılamaz bir ıstırap duyuyorum. Sanki bir kabir azabı...