“Gecenin sessizliği üstünüze olsun. Bunu kendinizden esirgemeyin. Yummayın gözlerinizi, karanlığı görün. Dinleyin. Yüreğiniz ne diyor size? Karanlığınız.. ne diyor? Kendinizi kendinize uzak tutun. O sizin kendiniz. Özleyin kendinizi. Kendinizi özletin kendinize.”
Onlar gidince, derin bir üzünç içinde yüzer bulmuştu kendini. Üzerine bir zavallılık çökmüş, oturup kalmıştı koltukta. Kolu kanadı kırılmış gibi olmuştu. Buz kesmişti her yanı.
Fenerin olduğu Karaburun'a dalgalar geliyor, köpüğe dönüşüyordu. Az önce bir güvenlik botu geçtiği içindi belki, Karaburun, ardından savaş gemileri çıkacakmış gibi duruyordu.
Kalktığımda, ışığın açık kalmış olduğunu görünce, ilk yaptığım iş, geceyi unutmak gerektiğini düşünmek oldu. Bunu da kendime bir buyruk verir gibi yapmadım. Bir arkadaşım vardı, -bir sürü irdelemeden sonra- "Böylesi daha iyi..." derdi.
"Ben.. evden ayrılıyorum..."
Fırat'a şaşarak bakıyor Pınar.
"Güzel," diyor Beyhan.
Daha da şaşmış olarak annesine dönüyor Pınar.
Söyleyeceğini söylemişliğin rahatlığı yok Fırat'ta. Sanki kıvranıyor. Ve kıvranmak, son çizgisine getiriyor gerilmişliğini.