Demokrasi denen şeyin özü budur, ilk buyruğu da şu galiba: Başkaları nasıl yapıyorsa sen de öyle yap ve çoğunluğun yasasına boyun eğ. Kendisini seçecek yeteri sayıda insan toplaması koşuluyla, herkes resmi bir görevi elinde tutmaya layıktır. Çünkü kitle insanı mantığı doğuştan şansa bağlı olduğu için, daha az önemli görevler şansa güvenir. Kentler gerçekten de, olabildiğince eşit ve benzeşik öğelerden kurulmuş olmalıdır: Özellikle orta sınıfta bulunan bir durumdur bu...
Bütün bunlar saçma gelebilir sana. Dünya kendi bildiği gibi gidiyor, yine de; bu tipler kendi aralarında tartışıyorlar, ama bir başkası işin içine girer korkusuyla Dünyaya parmağının ucuyla dokunamıyor. Oysa bizim için hayat memat meselesi.
Ey benim doğru adrese yönlendirilmiş tutkumun kafasız aracı, o zaman, başka birinin öğününü tattığının ya da senin o çaylak yıllarının boş gururunun beni sana ateşli, unutulmaz bir suç ortağı olarak gösterdiğinin farkına vardın mı acaba?
“Aristoteles’in daha aklı başında anlarından birinde ileri sürdüğü gibi, doğanın “özgür insanların bedenini kölelerinkinden ayrı yarattığını” ve “insanların, doğal adalete uygun olarak, köle ya da özgür olduğunu unutacak mıyız yoksa?”